Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı

Fatma Seda Şengül & Muhammet Tarakçı - Yahudilikte Aslî Günah Eleştirisi: Hasday Crescas Örneği (2016)

İslami İlimler Dergisi, Aralık 2016, c. 11, sy. 2


Öz

Hıristiyan inancına göre, Âdem’in Aden Bahçesi’nde işlemiş olduğu günah, bütün insanoğluna tesir etmiştir. İnsan ve Tanrı arasındaki ilişkiyi zedeleyen böylesi büyük bir günahın kefaretinin hem ilahî hem de beşeri yönü olan bir bedele ihtiyaç duyduğuna inanılmaktadır. Gereken bedel Tanrı oğlunun, ilahî plan gereği, İsa Mesih’in bedenine girerek (enkarnasyon) yeryüzüne gelmesi ve kendini kurban etmesiyle ödenmiştir. Yahudiler Âdem’in günahının tesirlerini kabul etmekle birlikte, Hıristiyanlıktaki şekliyle bu günahın bütün insanlara sirayet etmiş olması ve Tanrı’nın insan bedenine girerek insanlığı bu günahtan kurtarmış olması düşüncesini reddetmektedirler. Bu nedenle Yahudilerin Hıristiyanlara yazdığı reddiyelerde Teslis’ten sonra sıklıkla ele alınan konulardan biri de Hıristiyanların aslî günah öğretisine yönelik eleştirilerdir. Bu çalışmada, Yahudilikte Âdem’in günahının nasıl algılandığı ve Hıristiyanlıktaki aslî günah öğretisi kısaca verildikten sonra Yahudi cemaat önderi Hasday Crescas’ın (ö. 1410) reddiyesinde aslî günaha getirilen eleştiriler değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Âdem, Aden Bahçesi, Günah, Aslî Günah, Yahudi-Hıristiyan Polemiği, Reddiye, Hasday Crescas.

Abstract

Christianity teaches that the sin which Adam committed at the Garden of Eden has affected all human beings. Damaging the perfect relations between God and human, this cardinal sin is supposed to be expiated by a compensation which contains both the divine and the human aspects. The required compensation is paid by the way that the Son of God, attuned to the divine plan, was made flesh (incarnation), dwelt on this word and sacrificed himself. Although the Jews admit that the sin of Adam has some effects, they reject the idea that this sin spreads all human beings, and the God saves the humanity from this sin by becoming a man. Thus, the criticism of the doctrine of the original sin, after that of trinity, has an important place in Jewish Anti-Christian polemics. After briefly summarizing the Jewish perspective on the sin of Adam, and the Christian teaching of original sin, this article deal with the criticism of the doctrine of the original sin raised by Hasday Crescas (d. 1410), a famous Jewish thinker and leader.
Keywords: Adam, Garden of Eden, Sin, Original Sin, Jewish-Christian Polemics, Refutation, Hasdai Crescas.

Giriş

Âdem’in cennette işlediği ilk günah Yahudi, Hıristiyan ve İslam kutsal metinlerinde yer almakla birlikte, bu günahın hem Âdem hem de onun soyundan gelen tüm insanlar üzerindeki etkileri konusu bahsi geçen üç dinde de farklı değerlendirmelere konu olmuştur. Tanah’ın (Hıristiyanların deyişiyle, Yeni Ahit) hem Yahudilerin hem de Hıristiyanların ortaklaşa inandıkları bir kutsal metin olması ve Âdem’in günahının bu kitaptaki Yaratılış bölümünde anlatılması nedeniyle, Yahudi ve Hıristiyanlar arasında bu konudaki tartışmalar, salt bir görüş farklılığı olarak değerlendirilemez; zira aynı metne yüklenen farklı teolojik manalar ve farklı yaklaşımlar söz konusudur. Bu nedenle, Yahudi ve Hıristiyanların karşılıklı yazdıkları reddiyelerde Âdem’in günahı veya aslî günah doktrini her dönemde önemli bir tartışma konusu haline gelebilmektedir.

Yahudilikte Âdem’in Günahı

Âdem’in Aden Bahçesi’nde (Gan Eden) işlediği günah Hıristiyanlıkta aslî günah (original sin) olarak isimlendirilirken, Yahudilerde; kadîm günah (החטא הקדמון), ilk insanın (Âdem) günahı (חטא אדם הראשון) gibi ifadelerle karşılanmaktadır.
Yahudi kutsal kitap yorumcularına göre, genel olarak Tevrat’taki tarihî anlatılar, Yahudi halkının öğrenmesi ve ders çıkarması amacına matuftur. Âdem’in işlediği günahın Tevrat’ta anlatılması da esas itibariyle insanoğlunun kaçınması gereken ruhsal/manevi tehlikeleri idrak etmesi ve buna uygun bir hayat tarzı geliştirmesini ikaz etmektedir.[1]
Yahudi din adamları günahın psikolojik kökenini, insanoğlunun kişiliğinde var olan kötülük eğilimine (Yetser ha-Ra)[2] bağlamışlardır. Öte yandan, insan fıtratında kötülük eğiliminin yanı sıra iyiliğe karşı bir eğilim (Yetser ha-Tov) de bulunmaktadır.[3] Ayrıca Yahudiliğin temel öğretilerinden biri insanın özgür iradeye sahip oluşudur. Bu özgürlüğün bir neticesi olarak kişi kimi zaman kötü hislerinin etkisinde kalsa bile, kendisini günaha düşürebilecek bu hisleri iradesiyle dizginleyebilir. Özgür iradenin bir sonucu olarak her insan Tanrı’nın emirlerine itaat etme veya karşı gelme imkânına sahiptir.[4]
Yahudilik genel hatlarıyla günahkârlığın Âdem’in “ilk günahı”ndan kaynaklanan beşerî bir durum olduğu düşüncesine karşı çıkmaktadır. Günahın nesilden nesile intikali şeklindeki teolojik çıkarıma referans olarak gösterilen Çıkış kitabındaki “Düşmanlarım söz konusu olduğunda, babaların günahlarını çocukları, üçüncü ve dördüncü nesil torunları için hatırda tutarım”[5] cümlesinden, bütün çocukların babalarının günahları için cezalandırılması değil, yalnızca Tanrı’dan nefret eden babanın işlediği suçun hesabının çocuklarından ve sonraki kuşaklardan sorulacağı anlaşılmaktadır.[6] Bununla birlikte “Ne babalar çocuklarının, ne de çocuklar babalarının günahından dolayı öldürülecek. Herkes kendi günahı için öldürülecek.”[7] cümlesinden hareketle, her insanın kendi yapıp etmelerinin karşılığını alacağı fikri ileri sürülmektedir. Bireysel sorumluluğu ön plana çıkaran bu yaklaşım Yahudilikte merkezi bir rol oynamaktadır.[8]
Yahudilikte Âdem’in günahının sonraki nesillere intikali düşüncesi reddedilmekle birlikte, bu günahın etkileri üzerinde oldukça sık durulmaktadır. Âdem’in Aden Bahçesi’nde işlemiş olduğu günah neticesinde hem kendisine hem eşi Havva’ya[9] hem de onları İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yemeye ikna ederek tanrısal buyruğa[10] karşı gelmelerine neden olan yılana birtakım cezalar verilmiştir. Âdem, Havva ve yılana verilen cezalarda ortak olan tek husus, ölümlü olmaları, daha doğrusu ölümlü bir varlığa dönüşmeleridir.[11] İşledikleri günahtan dolayı Aden Bahçesi’nden kovulan Âdem ve Havva’nın yeni hayatı eskisinden farklıdır. Çünkü bu günah yüzünden yüzlerindeki görkemi, sonsuz hayatı ve Aden Bahçesi’ndeki güzellikleri kaybetmişlerdir. Midraşlara göre, Âdem’in hatası sonucunda ortaya çıkan bu olumsuz etkiler sonraki nesiller boyunca devam edecek ve ancak Mesih’in gelişiyle son bulacaktır.[12]
Kutsal Kitap yorumcusu Rabbi Abraham İbn Ezra’ya (ö. 1164) göre, İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’nın meyvesinden yemek Âdem ve Havva’da cinsel bir istek uyandırmıştır. Buna bağlı olarak Âdem ve eşi ağacın meyvesinden yediklerinde çıplaklıklarının farkına varmış ve mahrem yerlerini örtme ihtiyacı hissetmişlerdir. Ayrıca Yaratılış kitabındaki “Âdem İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yediğinde, o, Eşi Havva’yı bildi”[13], cümlesindeki “bilme” ifadesi de cinsî münasebette bulunmayı ifade etmek için kullanılan edebî bir anlatım olduğundan, ağaç, “bilme” ağacı olarak isimlendirilmiştir.[14]
Alman Yahudi bilginlerden Samson Rafael Hirsch’e (ö. 1888) göre, insan yaratılışı itibariyle şehevî duygulara sahip bir varlıktır. Fakat o, bedensel arzularını kontrol altında tuttuğu sürece utanç duyması için bir neden yoktur. Buna mukâbil, Âdem, İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yiyerek günaha düştüğünde, cinsel arzularına mahkûm olmuştur.[15] Ağaç aslında cinsel arzu uyandıran bir özellik taşımıyordu; fakat ilahî bir emirle insana yasaklandığı için, onun meyvesinden yemek şeytanî bir dürtüye teslim olma günahını içermekteydi.[16]
İbn Ezra gibi yorumcuların bu ağacın meyvesinin cinsî arzu ve isteğe neden olduğunu ve bu yüzden de Âdem ve Havva’nın onu yedikten sonra çıplaklıklarını örttüğü şeklindeki iddiası, Nahmanides’e (ö. 1270) göre, yılanın “Tanrı gibi olacaksınız, iyi ve kötüyü bileceksiniz”[17] sözünden dolayı doğru olamaz. Yılanın Havva’ya yalan söylediği varsayılsa bile, Tanrı’nın “insan iyi ve kötüyü tanıma konusunda bizden biri gibi oldu”[18] ifadesi gerçektir. Nahmanides, bu günah neticesinde insanın özgür iradeye sahip olduğunu düşünmektedir. Tanrısal bir nitelik olmasından dolayı özgür irade olumlu bir nitelik ve kazanım olarak görülmesine karşın, aslında insanı, arzu ve istekleri yüzünden, günaha düşürebileceği gerekçesiyle olumsuz bir şey olarak da değerlendirilebilir.[19]

Hıristiyanlıkta Aslî Günah Doktrini

Hıristiyanlar günahı, genel anlamıyla, “Tanrı’nın emrine uymama, onu tanımama” şeklinde ifade ederler. Yeni Ahit’te açıklandığına göre, günah bir insan (Âdem) aracılığıyla, ölüm de bu günah aracılığıyla dünyaya girmiştir.[20] Burada bahsedilen, insanın ilahî âlemden düşüşüne neden olan aslî günahtır. Âdem aslî günah nedeniyle cennetten kovulmuş ve bütün insanlık ölümlü bir varlık olarak yeryüzü hayatına mahkûm kılınmıştır. Dolayısıyla, aslî günah, doğalarını kirletmiş olduğundan, bütün insanlar günahkâr olarak doğarlar. [21]
İnsan soyunun atası Âdem, Tanrı’nın emrini çiğnediği için, cennetten kovulmuş ve yeryüzüne gönderilmiştir. Her insan, insan ile Tanrı arasındaki ilişkileri bozmuş olan bu günahın ağırlığı altında kirli bir doğayla dünyaya gelmektedir.[22] Her canlı kendisine benzer varlıklar dünyaya getirdiğine göre, Âdem’in yeryüzündeki soyu, bu günahı Âdem’den miras almaktadır. Kutsal Kitap’ta da bu açık bir şekilde zikredilmektedir:
“Nitekim suç içinde doğdum ben, günah içinde annem bana hamile kaldı.”[23]
Tüm insanlığa sirayet eden bu günahkâr doğaya sahip olması nedeniyle insan, çocukluğundan itibaren içinde yapmak istediği iyilikle, onu yoldan çıkaracak olan kötülüğün kavgasını yaşamaktadır.[24] Ortaçağ Hıristiyan teoloğu Aquinas,[25] Âdem’den alınan bu günah mirasını, elle işlenen bir suça benzeterek açıklamaya çalışmaktadır. Suç elle işlenmiştir, ancak suçun planlanması ve icrasında aslında etkin olan kişinin iradesidir. Dolayısıyla, sadece elin değil, tüm bedenin cezalandırılması gerekir. Hıristiyanlara göre, her doğan günahkâr olarak dünyaya gelir. Ancak bu günah doğan bebeğin bizzat işlediği bir günah değil, tüm insanlığın babası olan Âdem’in iradesiyle işlediği günahtır. İnsanlığın babasının iradesiyle işlediği bu günah, bütün insanlığa sirayet etmiştir. Ayrıca işlemiş olduğu bu günah Âdem’e ölüm cezasının verilmesi ve yeryüzünde doğan her insanın da ölmesi nedeniyle, herkesin bu günahtan pay aldığı düşünülebilir. Zira ortak bir doğaya sahip oldukları için Âdem’den doğan insanların hepsi tek bir insan olarak değerlendirilebilir.[26]
Hıristiyanlara göre, insan doğasında var olan bu kirliliği yalnızca Kutsal Kitap’tan delillendirmeye çalışmaya da gerek yoktur. Zira insanoğlu yeryüzünde olduğu sürece günah daima var olmuştur ve günahın herkesin hayatında etkin olduğunu bilmeyen yoktur. İnsan doğasının bozukluğu, herkes tarafından hissedilecek kadar açıktır. İnsanın tövbeyle ve birtakım emir ve yükümlülükleri yerine getirmekle, kendini bu kirlenmiş doğadan tamamen uzak tutması mümkün değildir. O halde, düşmeden önce Âdem’de var olan öz doğruluk, dünyamızda yaşayan insanlarda bulunmamaktadır. Nitekim Âdem’in oğlu Kabil, kardeşi Habil’i öldürerek bu kirlenmiş doğanın ilk örneğini göstermiştir.[27]
Ünlü Hıristiyan yazar ve episkopos Augustine’e (ö. 430) göre, hiçbir ölümlü günahsız değildir. Dünyaya gelen bir günlük bebek bile günahkârdır ve kirlenmiş doğaya sahip olduğu bebeğin hallerinden bile anlaşılabilir. Her şeyi ağlayarak istemesi, gerek aile büyüklerine gerek de kendini doğuran annesine kızıp küsmesi ve sırf kendi canının istediği şeyleri yapmıyorlar diye onlara zarar vermeye çalışması bebeklerin günahkâr tabiatına işaret etmektedir. O halde bebeklerin ruhları değil, yalnızca bedenleri masumdur. Ayrıca Augustine, kıskançlık davranışlarını da bu bağlamda değerlendirmektedir. Ona göre, konuşamayacak kadar küçük bir bebeğin, sütkardeşini süt emerken gördüğünde beti benzi atmış ve haset dolu gözlerle annesine bakması ve bol bol akan bu süt kaynağını, hayatını sadece bu besine bağlı olan kardeşiyle paylaşmak istememesi, bebeklerin masum olmadığına bir işarettir. Bu türden davranışların ileride kendiliğinden ortadan kalkacağını düşünmek ise, doğru değildir.[28]

Aslî Günah Doktrinine Yönelik Eleştiriler

Orta Çağ Yahudi cemaat önderlerinden Hasday Crescas’ın yazmış olduğu Bitul İkkarey ha-Notsrim (Hıristiyan Esaslarının Geçersizliği) adlı reddiyenin ilk iki bölümü aslî günah ve bu günahtan kurtuluşa yönelik Hıristiyan kanaatlerine itirazları içermektedir.[29] Reddiyesinde ele aldığı konularda çoğunlukla felsefî açıklamalara yer veren Crescas, Yahudi kutsal kitabına da sık sık atıfta bulunmaktadır. Buradan hareketle, Crescas’ın Hıristiyanlığa yönelik reddiyesindeki hedef kitlenin, Hıristiyanlar değil, yazarın kendi dindaşları, yani Yahudiler olduğunu söylemek mümkün görünmektedir.
Crescas’a göre, bir günahın büyüklüğü ya günahkâr kişinin konumuna ya da kendisine karşı günah işlenen kişinin mevkiine göre değerlendirilir. Ayrıca, günah ve haddi aşma konusunda hiçbir eğilimi olmayan, yani mükemmel denilebilecek bir kişi günah işlediğinde, bu günah daha büyük ve daha sıra dışı olarak değerlendirilebilir.[30]
 Âdem’in günah ve isyanı da, mükemmelliğe meyilli ve günaha en az yatkın yaradılışa sahip birinin, sonsuz kudret sahibi olan Yüce Tanrı’ya karşı işlemiş olduğu bir günahtı. Dolayısıyla, bu ilk günah, kendisine karşı günah işlenen varlık açısından, çok büyük bir günahtır. Çünkü Âdem bizzat Tanrı’nın ellerinin ürünüdür ve insan doğasının alabileceği en yüce iyiliği ve lütfu Tanrı’dan almıştır. Buradan hareketle Hıristiyanlar Âdem’in çok büyük bir günah işlediğini ifade ederek, bu günahın potansiyel olarak, Âdem’in soyundan gelen bütün insanlığı kapsadığını iddia etmektedirler.
Crescas’a göre, Hıristiyan bakış açısı bu noktaya kadar mantıklı izahlarda bulunmuştur; fakat bundan sonraki iddiaları akla uygun görünmemektedir. Zira onlar Tanrı’nın adaletine halel getirecek birtakım düşünceler ileri sürmüşlerdir. Hıristiyanlara göre, aslî günahın bir sonucu olarak insan, ebedî hayat (mutluluk), iyilik ve lütuftan mahrum bırakılmıştır. Dolayısıyla, yukarıda da ifade edildiği üzere, ilahî lütuf ve merhamet yeniden elde edilmediği sürece, yalnızca ibadet edip emirleri yerine getirmek suretiyle ebedî hayat ve kurtuluş elde edilemeyecektir. [31]
Crescas ilk olarak ilahî lütuf olmadan, yalnızca ibadetler vasıtasıyla cennet ve ebedî hayatın elde edilemeyeceği prensibini reddetmektedir. Tanrı’ya ibadet edip, yükümlülüklerini yerine getiren kişi pek tabii olarak ebedî hayatı elde edebilir ve makul olan da budur. Ayrıca Âdem’in ruhuyla hiçbir bağlantısı olmayan samimi bir kulun, Âdem’in işlediği günah yüzünden ebedî cezaya çarptırılması ilahî adalete uygun değildir.
Crescas Âdem’in bir günah işlediğini ve bu günah nedeniyle ilahî lütfun ondan esirgendiğini kabul etmiş görünmektedir. Fakat Hıristiyanların iddia ettiği şekilde Tanrı bu cezayı ebedîleştirmemiştir. Başka bir deyişle Âdem’in işlediği günahın birtakım tesirleri olabilir, fakat bu, nesilden nesile geçen “ebedî” bir ceza niteliği taşımamaktadır.
İkinci olarak, Hıristiyanların bu öğretisi doğru kabul edilse bile, hak etmeyen bir kimseye böyle bir cezayı yüklemenin ilahî adaleti ortadan kaldıracağını ifade eden Crescas, Nuh gibi erdemli insanların ve patriyarkların ruhlarının Âdem’in işlediği günahla bir ilgisi olamayacağını vurgulamaktadır.
Üçüncü olarak, Âdem günah işlemeden önce iyilik, lütuf ve ebedî hayata layık görülmüş ise, günah işlememiş olan İbrahim ve onun gibi faziletli kimselerin bu ilahî lütfu almaya daha layık olması gerekir. Başka bir ifadeyle, tam ve mükemmel bir şekilde ve günaha meyilsiz olarak yaratılan Âdem bu lütfu elde edebiliyorsa, daha ana rahminde iken bile günahkâr sayılıp, günah içinde doğmasına rağmen fiilî hiç günah işlememiş ve örnek bir hayat sergilemiş olan İbrahim’in bu ebedî mutluluğu elde etmemesi düşünülemez.[32] Tanrı’nın, Âdem’in düşük statüsüne rağmen günah işlemeden önce bu lütfu ona layık görmesi, buna karşın günahkâr olarak doğduğu halde, hiç günah işlememiş olan bir kişiden bu lütfu esirgemesi ilahî adaletle örtüşmez.
Crescas bu bağlamda ayrıca, eğer ilahî adalet insan için en yüce iyiliği istiyorsa, kendisine karşı günah işlememiş olan bir kimseden Tanrı’nın lütfunu esirgemesinin nasıl mümkün olabileceğini sorgulamaktadır. Ayrıca, ruhların cezalandırılması yalnızca cennet nimetlerinden mahrum bırakma şeklinde değil, acıya ve ıstıraba sürükleyen cehennem azabına sevk edilerek de gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, “Ruhu, Tanrı’nın lütfundan mahrum bırakmak bir cezadır.” şeklindeki Hıristiyan iddiası doğru görünmemektedir; zira Hıristiyan yaklaşımına göre, Tanrı’nın lütfundan mahrum bırakılmış bir ruh, cehennem azabına maruz kalmayabilir.[33] Başka bir ifadeyle cehenneme girmedikten sonra ruh, acı verici bir durumu yaşamamış olacağından, sadece ilahî lütuftan mahrum kalmak bir ceza olarak görülmeyebilir.
Crescas, insanın, kendi aklını kullanarak, müstakil akıllarla[34] birleşebileceğini ve böylece ilahî lütuftan mahrum kalma durumunu düzeltebileceğini iddia etmektedir.[35] İnsan, bedenindeki aklıyla ebedî mutluluğa ulaşabilir ve kendi aklî çabasıyla uğraşıp didinerek faal akılla birleşme başarısını gösterebilir. Bunu başarmış bir ruhu, Tanrı’nın, tahtından inerek cezalandıracağını söylemek, O’nun adaletine sığmaz.[36]
Crescas, gerçekliği apaçık belli olan ve bilge şahsiyetlerin de kabul edeceğini düşündüğü bir başka delil daha sunmaktadır. İbrahim’e emredilen basit bir emir olan sünnet sayesinde onun manevî cezalarının büyük bir kısmı kaldırılmış ve affedilmiştir.[37] Üstelik bu emir mabedin içerisinde de yerine getirilmiş değildir.[38] O halde bir emri uygulamak suretiyle İbrahim’in cezalarının büyük bir kısmı kaldırılmışsa, Musa’nın Tora’sında bulunan 613 mitzvayı[39] yerine getirenler için daha çok manevî cezanın kaldırılacağı iddia edilebilir.
Hıristiyanlar kurtuluşun yalnızca İsa Mesih aracılığıyla gerçekleşebileceğini iddia ettiklerinde, İsa’dan önce ölen ruhların akıbetinin ne olacağı sorusu gündeme gelmektedir. Bu soru, iyi ruhların dahi, İsa olmadan kurtulamadıkları ve cehennemde kaldıkları yönünde bir anlayışın doğmasına neden olmuştur. Hıristiyan inancına göre, İsa Mesih Kutsal Cuma[40] ile ileride Paskalya[41] yortusuna dönüşecek olan olan Pazar günü arasındaki sürede Şeol’e[42] yani ölüler diyarına inmiş ve kendisinden önce ölmüş iyi ruhları Şeol’den çıkararak onların göğe alınmasını sağlamıştır. Bu inanç IV. Toledo Konsili’nde (625) Kilise tarafından da resmî olarak ilan edilmiştir.[43]
Crescas, İsa’dan önce ölen ruhların kötü akıbetiyle ilgili olarak; sadece Oğul’a iman eden kişilerin sonsuz hayatta yeri olabileceği yönündeki Hıristiyan dogmasını eleştirmektedir. Tanrı’nın izzetini ve lütfunu kendi bedenlerinde gören peygamberlerin, bilhassa Musa gibi Kutsal Kitap’ın dahi yüceliğine tanıklık ettiği kişilerin bu ebedî mutluluktan mahrum kalacaklarını söylemek, reddedilmesi gereken çirkin bir düşüncedir. Zira Kutsal Kitap bu kişilerin daha dünya hayatındayken birtakım yüceliklere sahip olduklarını açıklamaktadır.[44] Dolayısıyla, öldükten sonra bu kimselerin daha kötü ve aşağılık bir duruma düşeceklerini söylemek ilahî adalete sığmaz. Bilakis, böylesi saf ve yüce ruhların öldükten sonra daha üstün bir konuma yükseltilmeleri daha makuldür.[45]

Aslî Günahtan Kurtuluş Öğretisine Yönelik Eleştiriler

Hıristiyan inancına göre, herhangi bir günahın bağışlanması için bir bedelin gerekli olması gibi, aslî günahın Tanrı katında bağışlanması için de bir bedel gereklidir. Fakat aslî günah için bu bedel sıradan bir insan aracılığıyla gerçekleştirilemez, zira o, bütün insanları etkileyecek türde büyük bir günahtır. Bu nedenle, böylesine büyük bir günahın kefaretinin, hem bu bedeli ödeyebilecek hem de bütün insanların günahını ortadan kaldırabilecek türden insan-üstü bir varlık sayesinde gerçekleşmesi gerekir. İnsan-üstü varlıklar ya melekler ya da Tanrı olabilir. Bununla birlikte, melekler yaratılış itibariyle insandan üstün olmalarına karşın, amaçları bakımından insandan aşağıda oldukları için aslî günahın meleklerle kaldırılması mümkün değildir. Bu durumda geriye kalan yegâne insan-üstü varlık, Tanrı’nın kendisidir. İşte bu yüzden Tanrı, acı ve ölüme tâbi olan bir bedene bürünmüş; ıstırabı ve ölümü tadarak aslî günahın etkisini insanlardan kaldırmış ve böylece bütün insanlık onun aracılığıyla günahtan kurtulmuştur.[46]
Günahın büyüklüğü; işlenen günaha, günahkârın ve kendisine karşı günah işlenmiş olan kişinin konumuna ve önemine göre belirlenmektedir. Hıristiyan inancına göre, bu üç açıdan da çok büyük bir günahla, yani aslî günahla kirlenmiş insanoğlunun kendi çabasıyla bu günahtan kurtulması mümkün olamadığı için, ilahî hikmet ve merhamet bedenleşmiştir (enkarnasyon). Böylece bedene bürünmüş, mükemmel ve kusursuz olan Tanrı’nın ölümü, insanlığın bu kötü günahtan kurtulmasına vesile olmuş ve ruhlardan manevi cezayı kaldırmıştır.[47] Hıristiyan teolojisinde, Tanrı’nın neden insan bedenine girdiği sorusuna, “günaha kefaret olmak için” yanıtı verilmektedir. Günahı işleyen insan olduğu için, kurtarıcının da mutlaka insan olması gerektiğine inanılmaktadır. Günah, Tanrı’ya karşı işlendiği için kefaretin aynı zamanda ilahî bir yönünün de bulunması gerekiyordu; zira sadece mükemmel olan bir varlık günah için gereken bedeli ödeyebilirdi. Başka bir deyişle, Hıristiyan teolojisine göre, Tanrı’nın adaletini ve insanın kurtuluşunu, ancak İsa’nın çarmıhta canıyla ödediği kefaret sağlayabilirdi.[48]
Crescas aslî günahtan kurtuluşla ilgili bu inanca yöneltilebilecek eleştirileri, “zorunlu, orantılı ve mümkün değil” şeklinde üç önerme halinde özetlemektedir: Öncelikle, böyle bir kurtuluş gerekli (zorunlu) değildir. İkincisi, böyle bir kurtuluş aslî günahla ilişkili olmadığı için, İsa’nın çekmiş olduğu cezayla orantılı değildir. Son olarak, böylesine bir kurtuluş şekli imkân dâhilinde değildir.
Aslî günah bahsinde ele alındığı üzere Crescas, ilk insan olan Âdem’in günahının başka insanların ruhlarına geçmeyeceğini, dolayısıyla, böyle bir kurtuluşa gerek olmadığını iddia etmektedir. Hatta bu cezanın bütün ruhlara geçtiği kabul edildiğinde dahi böyle bir kurtuluşa gerek yoktur. Ayrıca İbrahim’in sünnetinin kanıyla ruhlardaki cehennem azabı kaldırılıyor ise, insan suretine girdiği iddia edilen Tanrı-Mesih’in sünnetinde dökülen kanın, insanlara iyilik, lütuf ve mutluluğu bahşetmesi daha muhtemel olmalıdır. Böylesine önemli bir kanın dökülmüş olması, onun mevkii ve statüsü göz önünde bulundurulduğunda, akla gelebilecek en önemli günahın kefareti için yeterli olmalıdır.[49]
Crescas ikinci olarak, bu kurtuluşun orantılı olmadığını iddia etmekte ve iddiasına delil getirmek amacıyla, Hıristiyan düşünürlerin görüşlerinden yararlanacağını ifade etmektedir. Hıristiyanlara göre, kurtarıcı, kurtarmak istediği şey için bir bedel veya karşılık vermelidir. Dolayısıyla, emirler ve yükümlülükler yerine getirilmeden, yani adalet olmadan böyle bir kurtuluşun gerçekleşmesi orantılı olamaz: “İbadet ve adalet olmadan günahın kaldırılması lütuftur, kurtuluş değildir. Zira kurtuluş için kişinin gayreti olmalıdır.”[50] Mesih’in ölümü de herhangi bir ibadet ya da emri ifa olmadığına göre, onun ölümüyle gelen şeyin kurtuluş olarak değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir. Ayrıca ibadet ve emirler yalnızca iradî eylemlerde söz konusudur.[51] Hâlbuki ölüm, iradî değil, insanî ölçüler içinde zorunlu ve gereklidir. Bundan dolayı İsa’nın ölümü bir ibadet değildir ve onun vasıtasıyla gelen kurtuluş da adil bir kurtuluş olamaz.
Hıristiyan düşüncesine göre, İsa, anne karnına günahkâr olarak düşmeyen ve günahkâr olmayan yegâne kişidir. Dolayısıyla, böylesine temiz bir kimsenin günahkâr olan insanlar uğruna cezalandırılması da uygun değildir.[52] Başka bir deyişle, kurtuluşun ya günah işleyen ya da en azından günah işleyenle aynı türden bir kişi aracılığıyla gerçekleşmesi beklenir. Mesih insan türünden olmadığına göre, o, insan türünün günahını yok etmek için bir cezaya muhatap edilmemelidir. Hatta Mesih’in melekten bile daha yüce ve üstün olduğu[53] düşünülürse, böyle yüce bir varlığın günahkâr insanlar yerine cezalandırılmasının ne kadar uygunsuz olduğu daha iyi anlaşılabilir.
Üçüncü olarak, Tanrı’nın bir insan bedenine girmesi (enkarnasyon) felsefî açıdan bakıldığında ya mümkün ya da imkânsız bir şeydir. Crescas ilk olarak enkarnasyonun imkânsızlığını ve dolayısıyla, enkarnasyon vasıtasıyla geldiği söylenen kurtuluşun da gerçekleşmediğini savunmaktadır. İkinci ihtimal düşünüldüğünde, yani enkarnasyonun mümkün bir şey olması kabul edilirse, Crescas’a göre, yine de Hıristiyanların iddia ettiği bir kurtuluş ortaya çıkmaz. Zira hastalıklar zıtlarıyla tedavi edildiği gibi, günahlar emirlere uymakla ve isyanlar da ibadetlerle temizlenir.[54] Ancak İsa Mesih’le geldiği söylenen çare, bir saygısızlığı daha büyük bir saygısızlıkla tedavi etmek, yani isyanı isyanla, günahı günahla tedavi etmektir:
“Bilme Ağacı’ndan yiyerek basit bir emre karşı gelip günah işleyen ve potansiyel olarak bütün türleri kendinde barındıran bir insanın (Âdem’in) isyanına kefaret olarak, Tanrı’nın tüm uluslar arasından seçmiş olduğu yegâne halkın (İsrailoğullarının), oğlunu çarmıha gererek Tanrı’ya isyan etmiş olduğu nasıl düşünülebilir?”[55]
Crescas, Âdem’in işlediği günahı ortadan kaldırmak için, Tanrı’nın seçmiş olduğu bir ulusun günah işlemesi gereğini anlamlı bulmamaktadır.
Crescas ayrıca, Hıristiyanların anlayışında aslî günahın bir ceza olmaktan çıkıp ödüle dönüştüğünü düşünmektedir. Zira aslî günah nedeniyle insan türüne üzüntü, ıstırap ve keder yerine büyük bir görkem bahşedilmiş olmaktadır. Başka bir deyişle, Âdem işlemiş olduğu günah nedeniyle cennetten kovulmuş ve bu suç insanlığa mal edilmiştir. Dolayısıyla, insanlık kurtuluş için bir bedel ödemelidir. Fakat Hıristiyanlar bedel için gereken acı ve ıstırap yerine, gökten bir Tanrı’nın indiğini söyleyerek, insanları (cezalandırmak yerine) adeta ödüllendirmiş olmaktadırlar. Hıristiyanların ifadelerinden anlaşılan şudur: Tanrı insan bedenine girerek (enkarnasyon) insan soyunu yüceltmiştir. Ete kemiğe bürünmüş Tanrı’nın ölümü sayesinde, Tanrı insanların hiçbir suçluluk ve üzüntü duymadan günahtan kurtulmalarını sağlamıştır. Dolayısıyla, böyle bir kurtuluşta günahkâr olan insanlığın hiçbir katkısı bulunmamaktadır.[56]

Sonuç

Bitul İkkarey ha-Notsrim adlı reddiyede Hasday Crescas’ın temel itiraz noktalarından biri, Hıristiyan öğretisinde daha sonradan sistemli hale getirilen aslî günah ve ondan kurtuluşa yönelik inançtır. Crescas, Âdem’in başlangıçta bir günah işlediğini kabul etmekle birlikte, bu günahın cezası olarak tüm insanlıktan ilahî lütuf ve merhametin kaldırılmış olduğu şeklindeki Hıristiyan inancını kabul etmemektedir. Ayrıca, Hıristiyanların tasvir ettiği şekilde Tanrı’nın oğlu olarak yeryüzüne gönderilmiş olan İsa Mesih aracılığıyla kurtulmanın imkân dâhilinde ve gerekli olmadığı kanaatini taşımaktadır. Böyle bir kurtuluşun gerekli olduğu kabul edilse bile, bu kurtuluşun orantılı olamayacağı iddiasındadır. Çünkü ona göre, Musa’nın Tora’sı ebedî hayatı sağlayan bir miras olduğuna göre, insanların kurtuluşu için İsa’nın ölmesine gerek yoktur. Dolayısıyla, Hıristiyanların iddia ettiği şekilde bir kurtuluş ihtiyacı söz konusu değildir.[57]
Din bilgini, cemaat önderi ve aynı zamanda filozof olan Crescas’ın, Hıristiyan inançlarına yönelik reddiyesinde ileri sürdüğü argümanları ve akıl yürütmeleri tutarlı görünmektedir. Yargılarında acele davranmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, eleştirilerinde Yahudi Kutsal Kitabı Tanah’a da sık sık atıfta bulunmaktadır. Crescas’ın reddiyesi, öyle anlaşılmaktadır ki, Hıristiyanlara inançlarının yanlışlığını göstermeyi değil, Hıristiyan olmaya zorlanan Yahudi dindaşlarına kendi dinlerinin doğru, Hıristiyan dininin ise yanlış olduğunu ikna etmeyi amaçlamaktadır.

Kaynakça

Alper, Ömer Mahir, “İbn Sina ve İbn Sina Okulu”, İslâm Felsefesi-Tarih ve Problemler, ed. M. Cüneyt Kaya, İsam Yayınları, İstanbul 2013.
Augustinus, İtiraflar, trc. Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010.
Besalel, Yusuf, Yahudilik Ansiklopedisi (Cilt 1-2-3), Gözlem Basın Yayın, İstanbul 2001.
Cedid, İskender, İslam’da ve Mesih İnancı’nda Günah ve Bağış, Sevgi Yayınları, İstanbul 2012.
Crescas, Hasday, עקרי הנוצרים ביטול (Bitul İkkarey ha-Notsrim), ed. Daniel Lasker, Bar Ilan University Press, Ramat Gan-Beer Sheva 1990.
Crescas, Hasdai, The Refutation of The Christian Principles, trc. Daniel Lasker, State University of New York Press, New York 1992.
Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Konya 1998.
Harman, Ömer Faruk, “Cehennem”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1993, c. 7, ss. 225-226.
Hıristiyanlık Tarihi, trc. Sibel Sel-Levent Kınran, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2004.
Katar, Mehmet, “Hıristiyanlıkta Kilise Takviminin (Kilise İçerisindeki Anma ve Kutlama Devrelerinin) Oluşması, Dinî Araştırmalar, Ankara 2000, c. 3, ss. 23-46.
Katar, Mehmet, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslâmda Tövbe, Andaç Yayınları, Ankara 2003.
Meral, Yasin, “İbn Meymun’a Göre Yahudilikte İman Esasları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, c. 52, ss. 243-266.
Navon, Hayim, Genesis and Jewish Thought, KTAV Publishing House, New Jersey 2008.
Ross, W. David, “Aristoteles”, trc. Ahmet Arslan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2011.
Sayar, Süleyman, “Cehennem”, Felsefe Ansiklopedisi, ed. Ahmet Cevizci, Ebabil Yayınları, Ankara 2005, c. 3, ss. 109-125.
Şengül, Fatma Seda, “Yahudi Bilgin Hasday Crescas’ın Teslis İnancına Yönelttiği Eleştiriler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014, c. 23, ss.163-184.
Tarakçı, Muhammet, St. Thomas Aquinas, İz Yayıncılık, İstanbul 2006.
Tarakçı, Muhammet, “St. Thomas Aquinas’a Göre Aslî Günah”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006, c. 15, ss. 307-318.
Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara (Bereşit), Gözlem Basın Yayın, İstanbul 2010.
Troll, Christian W., Müslümanlar Soruyor Hıristiyanlar Yanıtlıyor, trc. Robert Kaya, Sent Antuan Kilisesi Yayını, İstanbul, t.y.
Weissman, Rabbi Moshe, Midraş Der Ki: Bereşit, trc. Lilianne Zerbib, Gözlem Basın Yayın, İstanbul 2003.





[1]     Rabbi Moshe Weissman, Midraş Der Ki: Bereşit, trc. Lilianne Zerbib, İstanbul 2013, s. 55.
[2]     Yetser Ha-Ra insanları mitzva (dinen farz olan emirler) yapmaktan alıkoyan kötü isteklerdir. Bkz. Yusuf Besalel, “Yetser Ara”, Yahudilik Ansiklopedisi, İstanbul 2001, c. 3, s. 786.
[3]     “Çünkü yeryüzünde hep iyilik yapan, hiç günah işlemeyen doğru insan yoktur” (Vaiz 7:20).
[4]     Besalel, “Günah”, Yahudilik Ansiklopedisi, c. 1, s. 193.
[5]     Çıkış 20:5. Bu cümle, Ne babalar çocuklarının, ne de çocuklar babalarının günahından dolayı öldürülecek. Herkes kendi günahı için öldürülecek.” (Yasanın Tekrarı 24:16) ile birlikte düşünüldüğünde izaha muhtaç gibi görünmektedir. Talmud’a göre bir çocuk yalnızca ebeveyninin günahkâr tavrını sürdürmesi durumunda cezalandırılabilir. Anne-babasının günahkâr hayat tarzına karşı çıkmayıp onayladığı ve sürdürdüğü takdirde günah işleme hali sıradanlaşır ve kültürün bir parçası haline gelir. Buna ilave olarak çocukların, Tanrı nezdinde “düşmanlarım” olarak isimlendirilmeleri, onların kendi günahlarından değil, daha çok sonraki nesilleri günaha sevk etmiş olmalarındandır. Talmud’daki bu ifadeler çocukların günahının büyüklüğüne işaret ediyor olmakla birlikte, yine de babalarının günahını çekmelerine sebep olarak yeterli görünmemektedir. Rabbi Levi ben Gerşon’a göre, günahın bir hayat tarzı haline getirilmesi ve günahın aileye aşılanması durumu sert bir ceza gerektirir. Böyle bir durumda çocuk hem kendi günahını hem de babanın günahını çekebilir. İbn Meymun’a göre ise, Çıkış kitabındaki bu cümlenin muhatabı yalnızca putperestlerdir. Tanrı putperest bir neslin günahını üçüncü ve dördüncü nesillere çektirebilir. Günahın cezasının üçüncü ve dördüncü nesle aktarımı meselesini Tanrı’nın merhametli oluşuna bağlayan açıklamalar da mevcuttur. Buna göre, Tanrı “Günahkâr kişinin dürüst ve Tanrı’ya bağlı bir torunu çıkabilir” diye cezayı geciktirebilir. Fakat bir değişiklik görmediği takdirde dört nesli de cezalandırır. Başka bir açıklamada ise, günahın dördüncü nesle kadar geciktirilme gerekçesi, normal şartlarda bir kişinin en fazla dördüncü neslini görebilecek kadar yaşayabilmesi olarak sunulmaktadır. Bkz. Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara (Şemot), İstanbul 2010, s. 225.
[6]     “Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın Rab, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım” Yasanın Tekrarı 5:8-10; Besalel, “Günah”, 193.
[7]     Yasanın Tekrarı 24:16; Ayrıca bkz. Hezekiel 18:1-4.
[8]     Besalel, “Günah”, 193.
[9]     Tanrı Âdem’in kaburga kemiklerinden birini alıp, onu etle kapladığında, Âdem bu dişi varlığa “kadın” anlamında “işa” adını verdi. Aden Bahçesi’den kovuluşun ardından ise Âdem kadını Hav(v)a olarak isimlendirdi. Bu ifade İbranicedeki “hayat” anlamına gelen “hay” kökünden gelmekte ve Tevrat’ta Âdem’in, Havva’nın tüm yaşayanların annesi olduğundan/olacağından hareketle bu ismi verdiği kaydedilmektedir. Bkz. Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara (Bereşit), 24-25.
[10]    “Ancak İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yeme; çünkü ondan yediğin gün, kesinlikle öleceksin” Yaratılış 2: 17.
[11]    Yaratılış 2:17, 3:19, 3:22. Ayrıca bkz. Weissman, 65-70. Âdem 930 yıl yaşadığına göre, tanrısal buyrukta geçen ifade Âdem’in meyveyi yer yemez öleceği şeklinde anlaşılmaz. Bilakis insanın ölümlü hale geleceğini ifade eder. Âdem bu günahı işlememiş olsaydı, hiç zarar görmemiş olan kutsal durumu, Âdem’in sonsuza kadar yaşamasını sağlayacaktı. Bkz. Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara (Bereşit), 19.
[12]    Weissman, 71.
[13]    Yaratılış 4:1.
[14]    Hayim Navon, Genesis and Jewish Thought, New Jersey 2008, s. 126, 128.
[15]    Navon, 126-127.
[16]    Navon, 128.
[17]    Yaratılış 3:5.
[18]    Yaratılış 3:22.
[19]    Navon, 132.
[20]    I. Yuhanna 3:4; Romalılar 5:12.
[21]    Şinasi Gündüz, “Aslî Günah”, Din ve İnanç Sözlüğü, Konya 1998, s. 43-44; Muhammet Tarakçı, St. Thomas Aquinas, İstanbul 2006, s. 191; Mehmet Katar, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslâmda Tövbe, Ankara 2003, s. 85.
[22]    Christian W. Troll, Müslümanlar Soruyor Hıristiyanlar Yanıtlıyor, trc. Robert Kaya, İstanbul, t.y., s. 28.
[23]    Mezmurlar 51:5. Burada kastedilenin aslî günah değil, Davut’un gayrı meşru bir evlilik neticesinde doğması olduğu yönünde bir yorum da söz konusudur. Bkz. İskender Cedid, İslam’da ve Mesih İnancı’nda Günah ve Bağış, İstanbul 2012, s. 22.
[24]    “Ben iyi olanı yapmak isterken, karşımda hep kötülük vardır.” (Romalılara Mektup 7:21).
[25]    Thomas Aquinas (1225-1274), Ortaçağ’ın en önemli tanrıbilimcilerinden biridir. Çok sayıda eser vermiş olan Aquinas’ın felsefi sistemi Aristocu yorumlara dayanmakta ve teolojik öğretilerinin temelinde ise iman ile akıl arasındaki keskin ayrım yer almaktadır. En önemli iki eseri Summa Theologiae ve Summa Contra Gentiles’tir. Birincisi vahye dayalı, ikincisi Hıristiyan inancını insan mantığıyla destekleyecek şekilde tasarlanmış bu iki eser birlikte, Hıristiyan düşüncesinin ansiklopedik bir özeti niteliğindedir. Her iki eserde de, vahiyle açıklanan gerçekleri tam ve doğru olarak açıklamak için Aristo mantığı kullanılmıştır. Bkz. Hıristiyanlık Tarihi, trc. Sibel Sel-Levent Kınran, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2004, s. 294.
[26]    Muhammet Tarakçı, “St. Thomas Aquinas’a Göre Aslî Günah”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006, c. 15, s. 311, 313.
[27]    Cedid, 24, 25; Troll, 28.
[28]    Augustinus, İtiraflar, trc. Çiğdem Dürüşken, İstanbul 2010, s. 34-36.
[29]    Hasday Crescas’ın Teslis doktrini hakkındaki eleştirileri için bkz. Fatma Seda Şengül, “Yahudi Bilgin Hasday Crescas’ın Teslis İnancına Yönelttiği Eleştiriler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014, c. 23, s. 163-184.
[30]    Hasday Crescas, עקרי הנוצרים ביטול (Bitul İkkarey ha-Notsrim), ed. Daniel Lasker, Ramat-Gan ve Beer Sheva 1990, s. 39 (İngilizce Çeviri: The Refutation of The Christian Principles, trc. Daniel Lasker, New York 1992, s. 29).
[31]    Crescas, ביטול, 40 (The Refutation, 30).
[32]    Crescas’a göre, İbrahim’in düşünceleri onu, Allah’a severek ibadet etme yolundan alıkoymamıştır. Dolayısıyla, onun statüsü daha yüksektir. Bkz. Crescas, ביטול, 41 (The Refutation, 30, 31).
[33]    “Koyu karanlık onun hazinelerini gözlüyor. Körüklenmemiş ateş onu yiyip bitirecek, çadırında artakalanı tüketecek.” (Eyüp 20:26).
[34]    İbn Sina’ya göre, insan aklı, duyulara ve düşünmeye bağlı olarak faal akıldan tümel bilgileri elde edebilme yetisine sahiptir. Aklın, nesnesini idraki açısından bu eylem; heyûlanî akıl, meleke halindeki akıl, fiil halindeki akıl ve son olarak da müstefâd (kazanılmış) akıl şeklinde dört aşamada meydana gelmektedir. İlk üç aşama tamamlandıktan sonra, dördüncü aşamada, yani müstefâd akıl aşamasında, insanî akıl, fizikten metafiziğe kadar elde ettiği bütün bilgileri bilfiil olarak bilir hale gelmekte ve mükemmellik aşamasına ulaşmakta ve bu sayede o, bütün varlıkların ilk ilkelerine (gök akılları ve gök nefisleri) benzer bir konuma erişmektedir. Sonuç olarak insanın ölüm sonrası hayatındaki elde edeceği mutluluk, böyle bir mükemmelliği elde etmesiyle bu dünyada mümkün hale gelmektedir. Bkz. Ömer Mahir Alper, “İbn Sîna ve İbn Sîna Okulu”, İslâm Felsefesi-Tarih ve Problemler, ed. M. Cüneyt Kaya, İstanbul 2013, s. 261, 262.
[35]    İbn Meymun’un on üç maddelik iman esaslarından altıncısı nübüvvetle ilgilidir. Bu esasa göre, insanlar arasında fıtraten yüksek olup kemale erişmiş olanlar vardır. Bu kimselerin nefisleri mertebe mertebe yükselir ve bir boyuta ulaştığında akıl suretine bürünür. Bu süreçten sonra insan aklı, faal akılla birleşir ve ondan birtakım feyzler alır. İşte bu kimseler peygamberlerdir ve bu olay da peygamberliğin hikmetidir. Bkz. Yasin Meral, “İbn Meymun’a Göre Yahudilikte İman Esasları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, c. 52, s. 258.
[36]    “Senden uzak olsun bu. Haklıyı, haksızı aynı kefeye koyarak haksızın yanında haklıyı da öldürmek, senden uzak olsun. Bütün dünyayı yargılayan adil olmalı.” (Yaratılış 18:25).
[37]    Crescas, ביטול, 42 (The Refutation, 32).
[38]    “Tekenin kanı kutsal çadıra getirilmemiş. Buyurduğum gibi tekeyi kesinlikle kutsal yerde yemeniz gerekirdi.” (Levililer 10:18).
[39]    Yahudi geleneğinde uyulması gereken emirler ve kurallar bütünüdür. Metinde bu emirler תרי"ג  (Taryag) şeklinde geçmektedir. Taryag kelimesinin İbranicedeki ebcet karşılığı 613’ü ifade ettiğinden bu ibare kullanılmaktadır. Bunların 365’i yapılması gereken emirleri geri kalan 248 tanesi ise kaçınılması gereken yasakları ihtiva etmektedir.
[40]    İsa ile ilgili kutlamaların yoğun olduğu Lent dönemi (Paskalya öncesi hazırlık) kırk günlük bir süreçtir. Bu dönemin son iki haftası, İsa’nın çarmıha gerilişinden önceki iki haftayı anma amaçlı belirlenmiş olan özel günleri ihtiva etmekte ve bu iki haftadan özellikle sonuncusunda, İsa’nın yakalanışından önceki son akşam yemeği, çarmıha gerilişi gibi önemli olaylar anılmaktadır. Kutsal Cuma, bu özel haftaya rastlamakta ve Kilise takvimindeki İsa ile ilgili günlerin en önemlilerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Zira Hıristiyanlara göre, İsa Mesih bu günde çarmıha gerilmiştir. Bkz. Mehmet Katar, “Hıristiyanlıkta Kilise Takviminin (Kilise İçerisindeki Anma ve Kutlama Devrelerinin) Oluşması”, Dinî Araştırmalar, Ankara 2000, c. 3, s. 41.
[41]    İsa’nın dirildiği gün olarak değerlendirilen Paskalya, Kilise takvimine göre, 21 Mart bahar gündönümünden sonraki ilk dolunayı takip eden Pazar olarak belirlenmiştir. Bkz. Katar, Kilise Takvimi, 41.
[42]    Ölüm sonrasındaki hayat, ölüler diyarı gibi yerler, Şeol kelimesi ile ifade edilmekte ve bu kelime Kutsal Kitap’ta ilk olarak Yaratılış kitabında geçmektedir. Hz. Yakup, kurtların oğlu Yusuf’u öldürdüğünü duyduğunda, ‘Oğlumun yanına, ölüler diyarına (Şeol) yas tutarak gideceğim’ demiştir (Yaratılış 37:35). Şeol bütün ölüler için müşterek bir yer olarak kabul edilmekle birlikte, iyilerin mükâfat, kötülerin de azap göreceği özel bölümlerin bulunduğu da düşünülmektedir. Bkz. Ömer Faruk Harman, “Cehennem”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 7, s. 226.
[43]    Süleyman Sayar, “Cehennem”, Felsefe Ansiklopedisi, ed. Ahmet Cevizci, Ankara 2005, c. 3, s. 118, 119.
[44]    “RAB Musa'yla iki arkadaş gibi yüz yüze konuşurdu.” (Çıkış 33:11);
“Onunla bilmecelerle değil, Açıkça, yüz yüze konuşurum. O RAB'bin suretini görüyor. Öyleyse kulum Musa'yı yermekten korkmadınız mı?” (Sayılar 12:8).
[45]    Crescas, ביטול, 43 (The Refutation, 32).
[46]    Tarakçı, Aquinas, 166, 191; Hıristiyanlık Tarihi, 284, 286.
[47]    Crescas, ביטול, 43 (The Refutation, 33).
[48]    Hıristiyanlık Tarihi, 284, 285.
[49]    Crescas, ביטול, 43-44 (The Refutation, 34).
[50]    Crescas, ביטול, 45 (The Refutation, 34).
[51]    Aristo’ya göre, insan yalnızca iradi eylemlerinden dolayı övülür ya da kınanır. Eylemler zorlama ya da bilgisizlikten ileri geliyorlarsa irade dışıdır. Zorlama altında yapılan eylemler, kaynağı dıştan olan eylemlerdir. Bunda failin herhangi bir katkısı söz konusu değildir, yani bu eylemlerde kişi karşı konulamaz bir dış güce maruz kalır. Bkz. W. David Ross, Aristoteles, trc. Ahmet Arslan, İstanbul 2011, s. 309.
[52]    Crescas, ביטול, 45 (The Refutation, 34).
[53]    “Bakın, kulum başarılı olacak; üstün olacak, el üstünde tutulup alabildiğine yüceltilecek.” İşaya, 52:13.
[54]    Tıp dilinde bu durum allopati kuramı ile ifade edilir. Buna göre, karşıt karşıtı iyileştirir. Yani bir hastalığı, belirtilerine tam karşıt özellikler taşıyan maddeler kullanma yoluyla tedavi etme şeklidir.
[55]    Crescas, ביטול, 46 (The Refutation, 35).
[56]    “İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır.” Efesliler 2: 8.
[57]    Crescas, ביטול, 47 (The Refutation, 36).
Share:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TÜRKİYE'DE DİNLER TARİHİ ÇALIŞMALARI

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

Translate

En Çok Okunanlar

ZAMAN GEZGİNİ