Felsefe Ansiklopedisi, (ed. Ahmet Cevizci), İstanbul: Etik Yayınları, 2003, c. 6, s. 508-524.
Katolik dünyasının en önde gelen teoloğu ve skolastik felsefenin en önemli filozofudur. Aristoteles felsefesiyle Hıristiyanlığı uzlaştıran, teolojik açıklamalar yapmak için felsefeyi özenle kullanan düşünür olan Aquinalının öğretisi 1278'de Dominikenlerin resmi doktrini olmuştur. Viyana Konsili (1311-1312) Aquinalı Thomas, "Genel Öğretmen" (Doctor Communis) ilan eder. Trent Konsili'nde ise (1545-1563) onun eseri olan Summa Theologica, Hıristiyan Kutsal Kitabı'ndan sonraki en muteber yeri kazanmıştır. Papa V. Pius, Aziz Thomas'ı, kilisenin beşinci büyük öğretmeni olarak belirlerken, Papa XIII. Leo'nun 1880 yılında yayınladığı bir bildiri ile Aquinalı Thomas, Katolik Öğretisinin Savunucusu ve Koruyucusu olarak görülmüştür. Görüşleri, halâ, Roma Katolik Kilisesi'nce benimsenmektedir.
Hayatı ve Eserleri
Aquinalı Thomas 1224 veya 1226 yılında Roma ile Napoli arasındaki Aquino'da doğdu. Annesi Theodora, Napoli'nin aristokrat bir ailesinden gelmekteydi. Babası Landulph ise II. Frederick'in baronlarındandı. Theodora ve Landulph çiftinin, dördü erkek, beşi kız olmak üzere dokuz çocuğu oldu. En büyük erkek çocukları Aimo, 1223 yılında II. Frederick'in düzenlediği Haçlı Savaşına katıldı, esir düştü. Papa IX. Gregory fidyesini ödedikten sonra serbest kalan Aimo, ömrünün geri kalanını papanın hizmetinde geçirdi. Ailenin ikinci erkek çocuğu Rinaldo başlangıçta II. Frederick'in yanında yer aldı; ancak Papa TV. Innocent, II. Frederick'i görevden azledince Papa'nın tarafını tuttu. Bunun üzerine imparatorun emriyle ölünceye dek işkenceye maruz kaldı. Böylece Papa ile II. Frederick arasındaki iktidar mücadelesinin, çocukluk yıllarından itibaren Aquinalının yaşamında izler bırakmaya başladığı söylenebilir. Ailenin en küçük kızı Marotta rahibe olurken, diğer kızlar evlenip, hayatları boyunca Aquinas'a yakın olmuşlardır.Thomas 1231 yılında Monte Cassino'dan Aziz Benedict manastırında bir okula gönderildi. Yedi sekiz yıl burada Hıristiyanlık, Kutsal Kitap ve Kilise Babaları hakkında eğitim alan Thomas, bu süre içinde hocalarına sık sık "Tanrı nedir?" sorusunu yöneltmiştir. 1239 yılında papa ile imparator arasında gerginliğin artması ve papanın, II. Frederick'i aforoz etmesinden sonra, imparator askerleri Aziz Benedict manastırını işgal etmiş ve pek çok keşiş sürgün edilirken, Thomas da evine gönderilmiştir.
Thomas 1239-1244 yıllan, arasında Napoli Üniversitesi'nde okudu. Kilise'den bağımsız olarak kurulan (1224) ilk üniversite olma özelliği taşıyan Napoli Üniversitesi'ni, II. Frederick, papalığın nüfuzunu azaltmak için kurmuştu. Napoli o dönemde bir kültür merkeziydi; Arapça ve Grekçeden yapılan tercümeler entelektüel yaşamı canlı tutuyordu. O döneme kadar klâsik Kutsal Kitap bilgilerini, Augustinus'u, Gregory'yi öğrenen Thomas, Napoli'de yirmili yaşlarında, yeni bir kültürün etkisine girdi: Müslümanlardan öğrenilen Aristoteles'in pagan dünyası. Thomas, kendisini, Hıristiyan düşüncesi kadar Yahudi ve İslâmî öğretilerin de takdir edildiği bu yeni çevreye ait hissediyordu.
1242 veya 1243 yılında Dominiken tarikatına katıldı. Aziz Dominik'in kurduğu ve 1216 yılında papalığın onayını alan bu tarikat bir süredir Napoli'de de faaliyetlerini sürdürüyordu. Bu tarikatın üyeleri hayatlarını dilencilik yaparak ve yoksulluk içinde geçiriyor, gezdikleri yerlerde vaaz ediyorlardı.
Bir müddet sonra Paris'e dönen Thomas burada eğitimine devam etti ve Büyük Albert'in derslerine katıldı. 1248 yılında Köln'de uluslararası bir üniversite kurmak üzere görevlendirilen Büyük Albert ile birlik te Almanya'ya giden Thomas, burada Albert'in asistanı olarak görev yapmıştır Almanya'da ders vermeye başlayan Thomas'ın, ilk teolojik eserleri olan İşaya, Yeremya ve Ağıtlar isimli Kutsal Kitap bölümlerine ait tefsirlerini de bu dönemde yazdığı kabul edilmektedir.
1252 yılında Kutsal Kitap ve ünlü İtalyan te0log Peter Lombard'ın Sentences isimli kitabı üzerine ders vermek için Paris'e geri dönen Thomas, kendisini büyük bir tartışmanın ortasında buldu: Teoloji Fakültesi'nin herhangi bir tarikata mensup olmayan hocaları, Dominiken ve Fransisken tarikatlarına mensup kişilerin üniversitede hoca olarak bulunmalarını istemiyorlardı; zira Dominiken ve Fransiskenleri papalığın politikasını yer- !eştirmeye çalışan kişiler olarak görüyorlardı. 1253 yılında bu tarikatlara karşı olan öğretim üyeleri, tarikat üyelerinin ders vermesini durdurmak maksadıyla iki kez dersleri bırakma eylemi yaptılar. 1256 yılında Dominikenlere karşı beslenilen öfke o aşamaya gelmişti ki, Dominiken manastın imparator askerlerince gece gündüz korunur oldu. Bu öfke, Thomas'ın bütün kariyeri boyunca peşini bırakmayacaktır.
Ortaçağ üniversitelerinde yapılan eğitimin iki yönü vardı: Lectio ve Disputatio. Lectio bir metnin okunması ve açıklanması demekti. Okunacak metin öğretim üyesi tarafından değil, tüzüklerle belirlenirdi. Öğretim üyelerinin ana görevinin lectio olması, güçlü bir "şerh geleneği"nin ortaya çıkmasına neden oldu. Eğitimin ikinci yönü olan disputatio ise, öğretim üyesi tarafından belirlenen soruları öğrencilerin cevaplaması anlamına geliyordu. Soruların cevapları "Evet" veya "Hayır" diye başlar, sonra gerekçeler söylenirdi. Tartışmanın sonunda öğretim üyesi çözümü açıklardı. Teoloji Fakültesi'nde lectio görevi kapsamında, 1253-1256 yılları arasında Sentences isimli kitabı okutan Aquinalı bu kitaptaki bazı açıklamaları yetersiz buldu. Fakültedeki bazı hocalar da bu kitabın açıklayamadığı kimi soruları Thomas'a yöneltmekteydiler. Bunun üzerine Thomas, Scriptum super libros Sententiarum isimli eserini yazdı. Zaten o dönemde Sentences üzerine bir yorum kitabı yazmak, fakültede hoca olmak is- herkesin zorunlu olarak yapması gereken bir görevdi; bu görevi günümüzde doktora tezi hazırlamaya benzetmek mümkündür. Sententiarum, Aquinas'ın ilk sistematik eseridir. Bu kitapta Aristoteles'e yapılmış 2000'ın üzerinde gönderme bulunuyordu. Aristoteles okumanın hoş görülmediği bir ortamda Thomas'ın bu çabası, onun teoloji konusunda yeni yorum arayışı içinde olduğunu g0stermektedir.
Ortaçağ'da Aristoteles'in eserlerini okumak ve öğretmek defalarca yasaklanmıştı. Nihayet Paris'teki Güzel Sanatlar Fakültesi 1252/1255'de Aristoteles'in eserlerini okutma konusunda izin alabildi. Thomas, bundan sonraki hayatı boyunca, Güzel Sanatlar Fakültesi ile Teoloji Fakültesi arasındaki düşmanlığa tanık olacaktı. Aristoteles'in düşünceleriyle Hıristiyan doktrinini uzlaştırmaya, çalışan Thomas, bu dönemde yazdığı De ente et essentia [Varlık ve Öz] adlı eserinde Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanların benimsedikleri metafiziksel doktrinleri açıklamış ve İbn Sina’dan hayli yararlanmıştır.
Aziz Thomas, üniversitedeki disputatio görevi kapsamında da bazı eserler yazmıştır: De veritate [Hakikat], De potentia [Varlıkların Yaratılması ve Korunması Konusunda Tanrı'nın Kudreti], De mala [Kötülük], De spiritualibus creaturis [Ruhanî Varlıklar] ve De anima [Ruh]. Bu eserlerinde Aquinalı, temelde teolojik olan konuları felsefî bir bağlamda ele alıp açıklamaya çalışır.
Üniversitedeki görevinin bir parçası olarak yazdığı bu eserlerin dışında Thomas'ın kaleme aldığı başka eserler de vardır. Bunlardan en önemlileri Summa Contra Gentiles [Kâfirlere Karşı] ve Summa Theologica'dır. İslâm dünyasında yaşayan Dominiken misyonerler için yazdığı Summa Contra Gentiles [SCG], Hıristiyanlık dışındaki dinlere (Yahudilere ve Müslümanlara) ve Katoliklik dışındaki Hıristiyan mezheplerine karşı, Katolik inancını savunmaya çalışır. Diğer Hıristiyan mezheplerini ve Yahudileri ikna etmek için Kutsal Kitap'ı delil olarak kullanan Aquinas, Müslümanları Hıristiyanlığın üstünlüğüne inandırmak için aklî delillere başvurur. SCG'- de belirttiğine göre, Aquinas iki türlü bilginin olduğu kanaatindedir. Teslis (Üçlü birlik), enkarnasyon ve kurtuluş gibi bazı konular insan aklının sınırlarını aşmaktadır. Tanrı'nın varlığı ve birliği ise insan aklıyla bulunabilecek bilgilerdir (SCG, I/3). Aquinas SCG'yi işte bu ikili tasnife göre düzenlemiştir. İlk üç kitap (Tanrı, Yaratma ve İnayet) insan aklıyla anlaşılabilecek konuları, dördüncü kitap (Kurtuluş) ise insan aklını aşan, bu nedenle de sadece Kutsal Kitap'a dayanarak açıklanabilecek meseleleri içermektedir. Özellikle ilk üç kitap, Thomas'ın felsefi' görüşlerini öğrenebilmek için bir kaynak niteliği taşımaktadır.
İtalya'da bulunduğu dönemde (1259-1269) Summa Theologica [ST] isimli önemli eserini yazmaya başlayan Aquinalı, bu eserini üniversitedeki disputatio yöntemi ile kaleme almıştır: İlk önce "evet" veya "hayır" diye cevaplanabilecek sorular sorulmuş (söz gelimi, "Tanrı'nın varlığı kanıtlanabilir mi?"); soruların ardından önce karşıt görüşler delilleriyle açıklanmış, ardından da Aziz Thomas'ın benimsediği görüş ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir. Summa Theologica temelde dört bölüme ayrılabilir. Birinci bölümde teoloji, Tanrı, teslis, yaratma, melekler ve insan konuları ele alınır. İkinci bölüm iki kısımdan oluşmaktadır: Birinci bölümde, insanın nihaî amacı ve eylemleri, duyguları, günah ve kötülük, yasa ve inayet; ikinci kısımda iman, umut, iyilik, adalet, cesaret, ılımlı olma, belirli kişilere özel davranışlar açıklanır. Üçüncü bölümde enkarnasyon, İsa Mesih'in yaşarın, sakramentler, vaftiz, güçlendirme (konfirmasyon), ekmek-şarap ayini (evharistiya), günah çıkarma yer alır. Ek'te ise Son yağlama, rahip takdisi, evlilik ve diriliş konuları işlenir.
Aquinalı'nın diğer eserleri Aristoteles'in görüşlerini şerhe yöneliktir: On Aristotle: Physics, On Aristotle: Metaphysics, On Aristotle: Ethics, On Aristotle: De anima, On Aristotle: de sensu et sensato, On Aristotle: de memoria et reminiscentia, On Aristotle: Politics, On Aristotle: Posterior Analytics, On Aristotle: de causis, On Aristotle: metereologica, On Aristotle: peri hermenias, On Aristotle: de coelo, On Aristotle: de generatione et corruptione.
Aquinalı'nın Aristoteles ile ilgili bu kitapları tarihçinin değil, bir filozofun kaleminden çıkmış eserlerdir; O, Aristoteles'in görüşlerini nakletmek gayesini gütmez, zira Thomas'a göre felsefe insanların ne düşündüklerini değil, hakikati bilmeyi amaçlar.
Aquinalı Thomas kısa hayatına sığdırdığı çok sayıdaki eserin ardından Lion Konsili'ne katılmak için çıktığı yolculukta, 7 Mart 1274'te ölmüştür.
Felsefî Duruşu
On üçüncü yüzyılda Avrupa'da "felsefî devrim" olarak adlandırılabilecek bir gelişme olmuş ve Aristoteles'in bütün eserleri Latinceye çevrilmiştir. Erken dönem Ortaçağ'ında Aristoteles'in sadece mantık kitapları biliniyordu. Bu gelişme Batı düşüncesinde köklü değişiklikler meydana getirdi. Hıristiyan düşüncesinin de bundan nasibini almaması mümkün değildi. Daha önceleri Augustinus ve Boethius gibi Hıristiyan düşünürler Platon'un etkisinde kalmış, Hıristiyanlık ile Platon felsefesini uzlaştırmaya çalışmışlardı. Aristoteles'in eserlerinin Latinceye çevrilmesinin ardından, Güzel Sanatlar Fakültesi, bu eserleri (lectio kapsamında) müfredat programına aldı. Güzel Sanatlar Fakültesi o dönemde Teoloji Fakültesi'ne öğrenci yetiştiriyordu. Dolayısıyla, altı yıl Aristoteles'in eserlerini okuyan öğrenciler Teoloji Fakültesi'ne geldiklerinde, doğal olarak, Platon'u değil, Aristoteles'i filozof olarak kabul edeceklerdi. Böylece bir müddet sonra Teoloji Fakültesi de Aristoteles'in eserlerine karşı koyamaz hale geldi. Zamanla Aristoteles'in etkisi artmaya başladı. Bu gelişmede ön planda rol alanlardan biri de hiç kuşkusuz Aquinalı Thomas olmuştur.Thomas için "filozof" demeye en layık kişi Aristoteles'tir. O, Aristoteles'in fiziksel nesnelerle ilgili analizini, yer, zaman ve hareket görüşünü, İlk Hareket Ettirici düşüncesini; kozmolojisini, duyu bilgisi ve akıl bilgisi ile ilgili fikirlerini kabul etmiştir. Aquinalı’nın ahlâk felsefesi de genel hatlarıyla Aristoteles'e dayanmaktadır. Fakat Aristoteles'in Aquinalı Thomas üzerindeki önemli etkisini kabul etmek, diğer etkileri yadsımak anlamına gelmemelidir. Augustinus ve Boethius, onlar vasıtasıyla yeni-Platonculuk da Aziz Thomas üzerinde etkili olmuştur.
Bu gerçeğe dayanan bazı yazarlar, Aquinalı'nın felsefesini "eklektik" bir felsefe olarak adlandırmışlardır. Aquinalı'nın Aristoteles'ten çok Platon'un etkisinde kaldığını söyleyenler de bulunmaktadır. Aquinalı Thomas uzmanı olan Etienne Gilson ise, onun felsefesini orijinal bir felsefe olarak nitelendirip, bu felsefenin Aristoteles felsefesini aştığı düşüncesindedir.
Felsefe, Teoloji ve Din
Pek çok Ortaçağ düşünürü gibi Aquinaİ1 Thomas da aslında teologdur. Kendisini daima "Kutsal Doktrin" hocası olarak gören Aquinalının eserlerinde salt felsefî bir görüş aramak veya onu sadece filozof kimliğiyle ele almak, Aziz Thomas'ı eksik tanımaya ve tanıtmaya neden olur; zira onun ele aldığı konuların büyük bir çoğunluğu, bir şekilde teolojiyle ilintilendirilmiştir.Felsefe ve teoloji ilişkisinde Aquinalı Thomas, ilk olarak, teolojinin gerekli olup olmadığı sorununa eğilir. Aristoteles'ten itibaren felsefenin içinde tanrı meselesini ele alan ve teoloji diye adlandırılabilecek bir bölüm (İlk Felsefe) olduğuna göre, ayrı bir bilim dalı olarak teoloji gerekli midir? Thomas teolojinin felsefeden farklı ve gerekli bir bilim dalı olduğu kanaatindedir: "Bilim dalları, bilgi edinme yöntemlerindeki farklılıklar nedeniyle ayrılmışlardır. Hem astronom hem de fizikçi, dünyanın yuvarlak olduğu konusunda aynı sonuca ulaşabilir. Fakat astronom bu sonuca matematik aracılığıyla (maddeden soyutlama yaparak) ulaşırken, fizikçi bizzat maddeyi kullanır. Bundan dolayı, felsefeden öğrenebilecek şeyleri, vahyin alanı içine girdiğinde, teolojinin de ele alması mümkündür. O halde, kutsal doktrini içine alan teoloji, felsefenin bir bölümü olan teolojiden farklıdır," Aquinalı Thomas aynı sorunun cevabında, insanın kurtuluşa ulaşabilmesi açısından da felsefenin öğrettiklerinin dışında, insan aklını aşan ve vahiyle insana ulaşan ilâhı bilginin zorunlu olduğunu; dolayısıyla, felsefeden bağımsız bir teolojinin olması gerektiğini belirtir.
Vahiyle gelen bilgileri, doğruluğunu sorgulamadan kabul eden teoloji, bir bilim, dalı olarak görülebilir mi? Aquinalı Thomas bilimi ikiye ayırır: (a) Aklın doğal ışığı sayesinde bilinen bir ilkeden kaynaklanan bilimler (aritmetik ve geometri gibi); (b) Daha üst bir bilim sayesinde elde edilen ilkelerden kaynaklanan bilimler (aritmetiğin prensiplerine bağlı gelişen bir müzik bilimi vb.). Teoloji bunlardan ikinci türe giren bir bilimdir. Matematikçinin kendisine öğrettiği ilkelerin doğruluğunu kabul etme durumunda olan müzisyenin yaptığı iş bir bilimse, Tanrı'nın vahyettiği ilkelerin doğruluğunu kabul eden teoloğun yaptığı iş de bilimdir. Aquinalı teolojinin bir bilim dalı olduğunu belirtmekle yetinmez; ona göre, teoloji diğer bütün bilim dallarından üstündür. Bilim dalları, der Thomas, ya kuramsaldır, ya da pratik. Ana konusu tanrı olduğuna göre, teoloji temelde kuramsal bir bilimdir. Ancak teoloji insanın davranışlarıyla da ilgilenir ve bu yönüyle de pratik bir bilim özelliği taşır. Bir bilim dalının diğerinden üstün olabilmesi için, şu iki nedenden birine sahip olması gerekir: Daha kesin bir nitelik taşıması ve konusunun daha önemli olması. Daha kesin bir nitelik taşımak talkımından teoloji diğer bilim dallarından üstündür; zira diğer bilim dalları insan aklına dayanır ve insan aklının da yanlışa düşmesi mümkündür. Teoloji ise hata ihtimali olmayan ilâhı bilgiye dayanır. Konusu bakımından da teoloji diğer bilim dallarından üstündür. Diğerleri sadece insan aklının alabileceği konuları ele alırken, teoloji, genellikle, insan aklını aşan konuları inceler.
Aquinalı Thomas felsefe ve teoloji ayırımını şöyle yapar: "Mümin ve filozof, yaratılmış varlıkları değişik şekillerde ele alır. Filozof, varlıkları yapılarına göre ele alır. Mümin ise varlıkları sadece Tanrı'yla ilişkisi bakımından araştırır; söz gelimi, yaratılmış varlıkları Tanrı yaratmıştır, onlar Tanrı'ya bağlıdırlar vs." Ancak bu açıklama yeterli değildir; zira Thomas'ın da kabul ettiği gibi, yaratılmış varlıkları Tanrı'yla ilişkileri bakımından ele almak, sadece inananların değil, filozofların da yaptığı bir şeydir.
Felsefe ile teoloji arasındaki asıl farklılık, bu iki disiplinin temel ilkelerinden kaynaklanmaktadır. Filozofun varsayımları herkesin bildiği şeylere ilişkindir. Herhangi bir delilin ürünleri değildir. Ancak bu, filozofların öne sürdükleri varsayımların rasyonel analiz ve araştırmadan yoksun oldukları anlamına gelmez. Dolayısıyla, filozofların varsayımları öz bilgisiyle ilgilidir; başka bir kişi veya otoriteden kaynaklanmaz. Teologlar ise, inancın ve kutsal kitabın doğru kabul ettiği şeyleri dile getirirler. Teologlar, inancın ve kutsal kitabın doğru kabul ettiği şeyler üzerine düşünüp diğer meseleleri analoji yoluyla çözmeye çalışırlar. Onlar da rasyonel analiz ve araştırmayı kullanırlar; fakat teologların bu süreçte ulaştıkları sonuçlar, sadece o dinin mensupları için bir anlam ifade eder. O halde, felsefe ile teoloji arasında ayırım yapabilmek için şöyle bir ölçü konabilir: Şayet bir düşünce, dünya hakkında herkesin bilebileceği gerçeklere dayanıyor ve bu gerçeklerden yola çıkarak başka hakikatlere ulaşılmasını sağlıyorsa, bu düşünce felsefî bir nitelik taşıyor demektir. Eğer bir düşünce, Tanrı'nın bir veya üç olduğu, kurtuluşun şu veya bu dine bağlanarak sağlanabileceği gibi birtakım düşüncelerin doğruluğunun kabul edilmesi temeline dayanıyorsa, bu, teolojik bir düşüncedir.
Felsefe ile teoloji arasındaki diğer bir fark ise, bu iki bilim dalının bilgi üretme süreçlerindeki farklılıktır. Felsefe, araştırmasına yaratılmış varlıklardan başlar ve araştırmanın sonunda Tanrı düşüncesine ulaşır. Teoloji ise Tanrı fikrinden hareket ederek diğer varlıklara yönelir.
Aquinalı Thomas, felsefe ile din, vahiy ile akıl arasında bir ayırım yapar. Ona göre, vahyin doğrularıyla aklın doğruları birbirinden farklıdır ve vahiy akıldan üstündür. Ancak, vahiyle akıl birbiriyle çelişmez; zira hem vahyi gönderen hem de aklı yaratan Tanrı'dır. Vahiy ile aklın birbiriyle çelişmesi, Tanrı'nın yarattığı şeyler arasında çelişki olduğu anlamına gelir; bu da Thomas'a göre mümkün değildir. Vahiy, aklın yaydığı ışığı söndürmez; bilakis tamamlar ve mükemmelleştirir. Vahiy, aklı yanlış yapmaktan korur. Büyük filozofların, akılla bilinebilecek konularda bazı yanlış düşüncelere sahip olduğunu tarihte görebiliyoruz. Söz gelimi, Platon, maddenin ezeli olduğu gibi yanlış bir fikri benimsemiştir. Vahiy olmazsa, bazı yüce ve doğal gerçekleri sadece çok az insan ve ancak uzun araştırmalardan sonra bilebilir. Bu durumda bile insan aklının yanlış yapma olasılığı vardır.
Vahyin, akla yaptığı bu katkıya karşılık, akıl da vahyi ve dini söylemleri savunur. Aquinalı Thomas, Summa Contra Gentiles'de, Katolikler dışındaki insanları genel olarak iki gruba ayırmaktadır: Birinci grup, Kutsal Kitap'ın otoritesini kabul eden diğer Hıristiyan mezheplere ve Yahudiliğe mensup olanlar; ikinci grup ise Kutsal Kitap'ın otoritesini kabul etmeyen İslam gibi diğer dinlere bağlananlar. Thomas'a göre, ikinci gruba, Hıristiyanlığı kabul ettirmek için aklın verileri ve felsefi argümanları kullanılmalıdır. Böylece felsefe ve akıl, Thomas'ın düşünce sisteminde, dinin hizmetinde kullanılan bir yöntem haline gelir.
Aquinalı Thomas, her ne kadar aklı vahyin altında bir yere yerleştirmiş olsa da, vahiy ile akıl arasında ayırım yapması ve her ikisinin alanlarının farklı olduğuna işaret etmesi nedeniyle, Batıda bilimin, Kilise'nin hegemonyasından kurtulmasına, bağımsız ve serbest bilim çalışmalarının yapılmasına katkı sağlamıştır.
Tanrı
Aquinalı Thomas, insanın Tanrı'yla ilgili bilgilerini ikiyi ayırır: Argüman ya da akıl yürütmeyle elde edilebilecek bilgiler ve aklın algılayamayacağı bilgiler. Argümanla edinilen Tanrı bilgisi de iki türlüdür: Olumsuz önermelerle edinilen bilgiler ve analoji yoluyla edinilen bilgiler. Olumsuz önermeler (negatif teoloji) "Tanrı'yı bütün eksikliklerden uzak tutma" düşüncesine dayanır. İnsan, ancak, Tanrı'nın ne olduğunu değil, ne olmadığını bilebilir. Tanrı'nın ne olmadığına ilişkin ne kadar çok tespitte bulanabilirsek, Tanrı'yı o kadar iyi tanımış oluruz; çünkü bir şeyi iyi bir şekilde tanımak, o şeyin diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu anlamak demektir. Söz gelimi, Tanrı ilinek değildir dediğimizde, Tanrı'yı bütün ilineklerden farklılaştırmış oluyoruz. Tanrı bir madde değildir dediğimizde ise, O'nu maddi tözlerden ayırıyoruz. Böylece Tanrı, kendisinin dışında her şeyden farklı bir varlık olarak karşımıza çıkmış oluyor.İnsan analoji yoluyla da Tanrı hakkında bazı bilgilere ulaşabilir. Tanrı, âlemin etkin nedeni ve yaratıcısıdır. Her nesne, kendisini ortaya çıkaran nedenin mükemmelliklerini yansıtır. Bu sebeple, insan, etrafındaki mükemmelliklere bakarak, Tanrı'daki mükemmelliklerle ilgili bir fikir edinebilir.
İnsan, Tanrı'nın var olduğu ile ilgili delillere de yine argümantasyonla ulaşabilir. Aquinalı Thomas'a göre, Tanrı'nın varlığını kanıtlamanın beş yolu vardır : (a) İlk Hareket Ettirici: Etrafımızda gördüğümüz şeylerin bazıları hareket halindedir. Eşyanın hareket etmesi, kendisinden değil, başka bir şeyden kaynaklanır. Hareket potansiyel olma durumundan aktüel hale geçiş anlamına gelir ve hareket halindeki hiçbir şey bu süreci kendi başına gerçekleştiremez. Söz gelimi, odundaki sıcaklık potansiyelinin açığa çıkması için ateşin odunu yakması gerekir. Bir nesnenin aynı anda hem hareket ettirici hem de hareket ettirilen olması mümkün değildir. O halde hareket eden her şey, hareketini başka bir şeyden alıyor demektir. Peki, bir şey hareket ettirici ise, bu hareket ettirici gücünü nereden almaktadır? Başka bir varlıktan, o da başka bir varlıktan ... Fakat bu durum sonsuza kadar sürdürülemez; zira o zaman ilk hareket ettirici olmaz ve hareketin varlığı açıklanamaz. O halde, başka hiçbir şeyin hareket ettirmediği bir ilk hareket ettiricinin (ilk muharrikin) bulunması zorunludur ve bu da Tanrı'dır. İlk Hareket Ettirici delilini üç önerme ile özetlemek mümkündür: Dünya hareket halindedir. Dünyadaki bütün değişimler daha önceki bir nedene bağlıdır. Bu değişimler silsilesinin öncesinde bir nedenin bulanması gerekir ki, bu da Tanrı'dır.
(b) Fail Neden: Duyular dünyasında etkin sebepler düzeni vardır. Hiçbir şey kendisinin etkin nedeni olamaz; zira bu durumda nesne, varlık kazanmadan önce de var olmuş olacaktır; bu ise, imkânsızdır. Etkin nedenlerde sonsuza kadar gitmek de olası değildir. Etkin neden yoksa, sonuç da olmayacaktır. Bir İlk Etkin Neden olmazsa, aradaki nedenler de olmayacak ve bu durumda evrendeki hiçbir varlığın nasıl meydana geldiği açıklanamayacaktır. O halde Tanrı adı verilen bir İlk Etkin Neden olmalıdır.
(c) Mümkün ve Zorunlu Varlıklar. Doğadaki bütün varlıkların sonradan meydana getirildiğini ve bozulduğunu görüyoruz; sonradan olan ve bozulan şeylerin varlıkları zorunlu değil, mümkündür. Zira bu varlıkların, her zaman var olmadığını görüyoruz. Eğer doğadaki hiçbir şey daima varlık sahnesinde kakımıyorsa, o zaman hiçbir şeyin olmadığı bir zaman var demektir ve bu doğruysa şu anda hiçbir varlığın olmaması gerekirdi; zira varlık sahnesine çıkan her şey, daha önce var olan başka bir varlık sayesinde meydana gelmektedir. Hiçbir şeyin bulunmadığı bir zaman varsa, bu durumda şu an var olan şeylerin ortaya çıkması imkânsız demektir. O halde, bütün varlıklar mümkün olmamalı; varlığı zorunlu olan bir şey bulunmalıdır. Varlığı zorunlu varlıklar, bu zorunluluğu ya başkasından alır ya da almazlar. Eğer zorunlu varlıklar başka bir şeye ihtiyaç duyuyorsa, bunu sonsuza kadar götürmek mümkün değildir. Dolayısıyla, varlığı zorunlu ve bu zorunluluğu başkasından almayan bir varlık bulunmalıdır ve bu da Tanrı'dır. Kısaca ifade etmek gerekirse, dünya var olmayabilirdi. Dünyadaki her şey var olmak için başka bir varlığa ihtiyaç duyar. Dünyanın var olmasını sağlayan bir neden vardır ve bu da Tanrı'dır.
(d) Varlıkların Dereceleri: Bazı varlıklar diğerlerine göre, daha iyi, daha doğru, daha soylu, daha üstün vs.dir. Böyle bir karşılaştırma yapabilmek için, en iyinin, en doğrumun ve en soylunun vs. bilinmesi gerekir. En sıcağı bilmiyorsak, bir şeyin daha sıcak olup olmadığını da bilemeyiz; zira daha, sıcak dediğimiz şey, en sıcağa daha yakın ve daha benzer olan şeydir. O halde en iyi, en doğru ve en soylu ve sonuçta en mükemmel bir şey vardır. Gerçeklik bakımından en yüksek olanlar, varlık bakımından de en yücedirler. Herhangi bir cins içinde en üstün olan, o cins içindeki her şeyin nedenidir. Söz gelimi, sıcaklığı en üstün olan ateş, bütün sıcak şeylerin nedenidir. Dolayısıyla, bütün varlıklara varlık, iyilik ve diğer bütün mükemmellikleri veren bir şeyin bulunması gerekir ve bu da Tanrı'dır. Özetle, dünyadaki mükemmellikler belli bir derecelendirmeye sahiptir. Şeyler en üst seviyelerine ulaştıkça daha mükemmelleşir. En yüksek ve en yüce bir mükemmellik vardır: Tanrı.
(e) Düzen ve Amaç Delili: Doğada akıldan yoksun bazı varlıkların, en iyi sonuçları elde etmek için bir amaca doğru hareket ettiklerini görürüz. Onların amaçlarına ulaşmaları rastlantısal değil, Aquinalı'ya göre, bir düzenin sonucudur. Akıldan yoksun bu varlıkların böyle bir amaca doğru hareket etmeleri, ancak bilgi ve akıl sahibi bir varlık tarafından yönlendirilmeleriyle mümkün olabilir; tıpkı okçu tarafından hedefe atılan bir ok gibi. Öyleyse, bütün doğal varlıkları amaçlarına yönlendirecek akıl sahibi bir varlık vardır ve bu da Tanrı'dır. Kısa önermeler halinde söyleyecek olursak, her şey kendi amacına doğru gitmek için doğal bir eğilime sahiptir. Bütün düzenlemeler bir düzenleyicinin eseridir. Varlıkların amaçlarına doğru yönelmeleri bir düzenleyiciye işaret etmektedir: Tanrı.
Tanrı hakkındaki bilgilerimiz sadece argümantasyonla edinilen bu bilgilerden ibaret değildir. O'nun hakkında insan aklını aşan bazı bilgiler bize vahiy yoluyla açıklanmıştır. Söz gelimi, Hıristiyanlıktaki üçlü-birlik (teslis), enkarnasyon ve kurtuluş gibi doktrinler insan aklıyla değil, vahiyle bilinebilecek hususlardır. Bu sebeple, dinsel dogmaları açıklarken felsefeden olabildiğince yararlanan Aquinalı Thomas, Tanrı'nın üçlü-birliği, insanları kurtarmak için ete kemiğe bürünmesi (enkarnasyon) gibi doktrinleri, sadece Kutsal Kitap cümlelerine dayanarak açıklamaya çalışmaktadır.
Âlemin Ezelîliği Meselesi
Ortaçağ'ın en büyük felsefe-din çatışmalarından biri olan âlemin ezelîliği meselesi, Aquinalı Thomas'ın değişik eserlerinde yer almıştır. Ancak Aquinalı Thomas bu meseleyi, müstakil bir kitap (De aeternitate mundi / On the Eternity of the World) yazacak kadar önemsiyordu. Sorun, felsefedeki "âlem ezelîdir" görüşü ile, Yahudi- Hıristiyan (daha sonra da İslâm) geleneğinde benimsenen "âlemin yoktan var edildiği" ve "âlemin bir başlangıcının olduğu" inancı arasındaki derin uçurumdan kaynaklanmaktaydı. Bu iki görüş açık bir şekilde birbiriyle çelişiyordu. Ne Aristoteles'i çürütmek, ne de Hıristiyan inancından vazgeçmek isteyen Thomas'ın, bu nedenle yaptığı ilk şey, Aristoteles'in konuyla ilgili görüşlerini yorumlamak oldu. İslâm filozoflarının iddia ettiği gibi, Aristoteles'in âlemin ezelîliği düşüncesini kabul ettiğini söylemek, Aristoteles'i yanlış anlamak olacaktı. Thomas'a göre, "âlemin ezelî olduğunu" hiçbir zaman savunmayan Aristoteles, sadece kendisinden önceki filozofların konuyla ilgili görüşlerini aktarmış ve âlemin ezelîliği meselesinin akılla kanıtlanabilecek bir şey olmadığını söylemişti. Böylece Aquinalı Thomas, âlemin ezelîliği konusunda Aristoteles'i nispeten orta bir noktaya yerleştirmiş oluyordu.Aquinalı Thomas, On the Eternity of the World isimli eserinde, âlemin ezelîliği meselesinin iki şekilde ele alınabileceği kanaatindedir. Şayet âlem ezelîdir derken, Tanrı'nın dışında ve Tanrı'nın yaratmadığı bir şeyin daima var olduğu savunuluyorsa, hem inanca hem de filozofların öğretilerine aykırı olacağı için, bu iddianın kabulü mümkün değildir. Şayet âlem ezelîdir derken, Tanrı'dan kaynaklanan bir şeyin daima var olması söylenmek isteniyorsa, bu düşünce irdelenmeye değerdir.
Tanrı'dan kaynaklanan bir şeyin daima var olması imkânsızsa, bunun iki nedeni olabilir: Birincisi, Tanrı, daima var olacak bir şeyi yaratamaz. İkinci neden ise, Tanrı'nın bu konudaki gücünü ve imkânını hiç düşünmeksizin, böyle bir şeyin yaratılmasının mümkün olmamasıdır. Her şeyi yapmaya gücü yeten bir varlık olduğuna göre, Tanrı'nın her zaman var olacak bir şeyi yaratmasının mümkün olduğu konusunda herkes hemfikirdir; dolayısıyla, birinci neden geçerli olamaz. O halde geriye ikinci neden, yani daima var olacak bir şeyin mümkün olup olmadığı sorunu kalmaktadır. Şayet böyle bir şey mümkün değilse, bunun da iki nedeni olabilir: Ya edilgin bir potansiyelin bulunmaması ya da böyle bir düşüncenin çelişkili olmasıdır. İlk nedeni çürütmek için Aquinalı Thomas şu kanıtı öne sürer: Melekler yaratılmadan önce herhangi bir edilgin potansiyel yoktu; ancak yine de, Tanrı melekleri yaratabildi. Peki, ezelden beri var olan bir şeyin yaratılması düşüncesi kendi içinde çelişkili midir? Bu soruyu cevaplamadan önce Aquinalı Thomas, başka bir soruya yönelir: Tanrı çelişkili şeyler yaratır mı? Söz gelimi, Tanrı, geçmişte yaşanmış olayları, hiç yaşanmamış hale getirebilir mi? Aquinalı Thomas bu soruya olumlu ve olumsuz cevaplar verilebileceğini, ancak olumlu cevabın, yani "Tanrı için geçmişte yaşanan olaylar yaşanmamış hale getirmek mümkündür" düşüncesinin, dinî açıdan yanlış bir düşünce olmadığını ifade eder. "Tanrı çelişkili şeyler yaratabilir" demek, Hıristiyanlık için ciddî bir sorun oluşturmadığına göre, ezelden beri var olan bir şeyin yaratılması, çelişkili bir düşünce olsa bile, Tamı için imkânsız bir şey değildir.
Ezelden beri var olan bir şeyin yaratılması gerçekten çelişkili bir düşünce midir? Bir şeyin hem yaratılmış olması hem de ezelî olması mümkün müdür? Aquinalı Thomas'a göre bu düşüncede bir çelişki yoktur. "Bir şeyin hem yaratılmış olması hem de ezelî olması mümkün değildir" diyenlerin ileri sürebilecekleri iki neden vardır: (a) Neden, zaman bakımından sonuçtan önce olmalıdır; (b) "Tanrı her şeyi yoktan yaratmıştır" düşüncesini kabul ettiğimize göre, yaratma eyleminden önce yokluğun olması gerekir; dolayısıyla herhangi bir şeyin ezelî olması mümkün değildir.
Aquinalı Thomas'a göre, nedenin sonuçtan, yani Tanrı'nın yaratılan şeylerden zaman bakımından önce olması zorunlu bir durum değildir. Sonucunu zaman geçirmeden (eşzamanlı) üreten nedenlerin, sonuçlarından önce olması gerekmez. Eşzamanlı eylemlerde, eylemin başlangıcı ve sonu aynı anda olur. Nedenle sonuç arasında zaman bakımından öncelik sonralık olması, sonucunu hareketle meydana getiren nedenler için söz konusudur. İnsanlar da bu tip nedenler üzerine düşünmeye alışkın olduklarından, nedenin sonucuyla eşzamanlı olabileceğini düşüncesini algılayamıyor ve kendi deneyimlerinden hareketle yanlış bir genellemeye gidiyorlar. Tanrı, şeyleri, hareketle değil de, eşzamanlı yarattığına göre, Tanrı hakkında nedenin sonuçtan önce gelmesini şart koşamayız.
"Tanrı her şeyi yoktan yaratmıştır" ifadesi Aquinalı Thomas'a göre, yaratma eyleminden önce bir yokluğun olduğuna, yani Tanrı'dan başka hiçbir şeyin olmadığı bir anın bulunduğuna işaret etmez. Tanrı'nın her şeyi yoktan yaratması, âlemin' zaman bakımından sonra yaratıldığına değil, yaratma eyleminde ham madde olarak hiçbir şeyin kullanılmadığını ifade eder.
Aquinalı Thomas, âlemin ezelîliği meselesinin akılla kanıtlanabilecek bir mesele olmadığını düşünmekte ve bu meseleyi inanç alanının sınırlarına itmektedir. Âlem ezelîdir, demek, Tanrı'nın yanı sıra ezelden beri başka bir şeyin de var olduğunu söylemek değil; Tanrı'nın âlemi ezelî olarak yaratmış olduğunu kabul etmektir. Görüldüğü gibi, Thomas âlemin hem yaratıldığını hem de ezelî olabileceğini söylerken, âlemin yaratılışının yoktan olduğunu, yaratılışın herhangi bir potansiyele (İbn Rüşd'ün iddia ettiği gibi edilgin bir potansiyele) dayanmadığını öne sürmektedir. Bu görüşüyle Aquinalı, âlemin ezelîliği konusunda felsefeyle din arasındaki gergin, hatta dine yakın bir duruş sergilemekte; ama felsefeye de tamamen yüz çevirmemektedir. İslâm dünyasında Müslüman filozofların, âlemin ezelîliği görüşünü benimsedikleri için tekfir edildikleri halde, hemen hemen aynı sonuca ulaşan Aquinalı Thomas’ın aforoz edilmemesinin nedenini bu noktada aramak gerekir. İbn Rüşd ve İbn Sina gibi Müslüman filozoflar, Aquinalı Thomas'ın tersine, âlemin ezelîliği konusunda dinî değil, felsefî; dine değil Aristoteles düşüncesine yakın bir tavır içinde olmuşlardır.
İnsan
İslam düşüncesinde yaratıkların en üstünü ve en şereflisi olarak görülen insan, Aquinalı Thomas'a göre ruh ve bedenden, madde ve formdan oluşan bileşik bir varlıktır. Varlık ne kadar basitse, Thomas'ın felsefesinde, o kadar mükemmeldir. Tanrı en basit varlık olduğu, hiçbir bileşeni olmadığı için en mükemmel varlıktır. Peki, madde ve formdan, ruh ve bedenden oluşan insanın varlık hiyerarşisi içindeki yeri nedir? Aquinalı Thomas cisimsiz varlıklar olan meleklerin, insana göre daha basit ve dolayısıyla da insandan daha üstün olduğu kanaatindedir.İnsanın ruh ve bedenden oluşan bir varlık olduğunu belirten Aquinalı Thomas, daha sonra, Ortaçağ'ın en önemli tartışma konularından birini oluşturan ruhun mahiyetini açıklamaya çalışır. Platon, zihin ile duyu arasında ayırım yapmış, fakat hem aklı hem de duyuyu cisimsiz bir ilke ile ilişkilendirmişti. Bunun sonucunda, anlama ve hüküm verme gibi duyum da ruhun bir gücü olmuş; dolayısıyla da anlama ve hüküm verme özelliklerinden mahrum olmalarına karşın, duyuma sahip olan hayvanların ruhu, töz olarak görülmüştü. Aristoteles ise ruhun işlevleri arasında sadece anlamanın cisimsiz bir organla yapıldığına işaret etmiştir; duyum ise bedendeki organlardan kaynaklanmakta ve değişimden etkilenmektedir. Söz gelimi, görme eylemi rengin yansımasından etkilenir. Bu durumda duyusal ruh (nefs) ve dolayısıyla da hayvanların ruhu özü itibariyle var olan bir töz değildir; töz olmadığı için de bozulmaya tabidir. Anlama gücüne sahip ve cisimsiz salt bir form olan insan ruhu ise, bedenin bozulması gibi, bozulmaya ve çürümeye uğramaz, sonsuzdur. Zira bozulma dediğimiz şey ya özün ya da ilineklerin bozulmasıyla gerçekleşir. Tözlerin, ilineklerle bozulması, yani töze sonradan bir şeyin eklenmesi ya da çıkarılması ile bozulması mümkün değildir. O halde tözsel bir form olan ruhun bozulması ancak özünün bozulmasına bağlıdır; ancak bu da olanaklı değildir. Salt formlarda varoluş formdan ayrı bir şey değildir ve bundan dolayı da formdan ayrılması düşünülemez. Madde, ancak formla birleştiğinde var olabilir ve form, maddeden ayrıldığında da maddenin varlığı sona erer; salt form olan insan ruhu için ise böyle bir şey söz konusu değildir ve insan ruhu sonsuzdur.
Aquinalı Thomas'a göre insan ruhu, her ne kadar sonsuz olsa da, ezelî değildir. İnsan ruhu, beden ile birlikte varlık sahnesine çıkar. İnsan ruhunu yaratan Tanrı'dır. Bu noktada, Aquinalı Thomas'ın cevapsız bıraktığı bir sorun, ortaya çıkar. Eğer, insan ruhu, kadın ile erkek arasındaki birleşme sonucu ortaya çıkmıyorsa ve her insan için zamanı geldiğinde yeni bir ruh yaratılıyorsa, Hıristiyan teolojisindeki aslî günah doktrinini açıklamak imkânsız hale gelir. Aslî günah doktrinine göre, Âdem’in işlemiş olduğu ilk günah, diğer insanlara kalıtım yoluyla geçmektedir. Aquinalı Thomas bu sorunu eserlerinde ele almaz.
İnsan ruhunun üç gücü vardır: Güçler hiyerarşisinde en altta, bitkisel ruh bulunur. Bitkisel ruhun işlevleri (beslenme, büyüme ve üreme) vücutta ki bir organ tarafından yerine getirilir ve bedenin ihtiyaçlarım giderir. Bitkiler sadece bu güce sahiptirler. Duyu gücünün işlevleri de bedenin organlarınca yerine getirilir ve bu güç sayesinde canlılar çevrelerini algılayıp uygun davranışlar sergileyebilirler. Bitkisel ruh ve duyu gücüne insan diğer canlılarla ortaklaşa sahiptir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran ise akıl gücüdür. İnsan akıl gücü sayesinde konuşur ve soyut düşüncelere sahip olur. Akıl gücü ikiye ayrılır: Potansiyel akıl ve aktif akıl. Potansiyel akla bu ismin verilmesinin sebebi şudur: Aklın işlev alam tümelleri de kapsar. Tümelleri anlama işlevinde akıl potansiyel halindedir; zira tersini düşündüğümüzde, yani aklın potansiyel olarak değil de aktif olarak tümelleri kavradığım söylediğimizde, akıl sonsuz bir varlık olacaktır ve bu da mümkün değildir. Akil gücünün ikincisi olan aktif akıl, Platon'a göre, şeyleri bilinir kılmak için değil, sadece anlığa entelektüel bir ışık sağlamak için gereklidir. Formlar/idealar, maddeden bağımsız olarak mevcuttur ve bilinebilir niteliktedir zira bir şeyin gerçekten bilinebilmesi için cisimsiz olması gerekir. Aquinalı Thomas aktif akıl konusunda Aristoteles'in izinden gider, Aristoteles, doğal varlıkların formlarının (idealarının) maddeden bağımsız bir şekilde var olamayacağını savunmuştu. Ona göre maddeye bağlı olarak bulunan formlar bizatihi değil, potansiyel halinde bilinebilir şeylerdir; dolayısıyla şeylerin bilgisi de potansiyel haldedir. Mademki bir şeyin potansiyel halden aktüel hale geçişi, ancak aktüel olan (bilfiil) bir şey tarafından gerçekleştirilebilir, 0 halde, potansiyel halde bulunan bilginin aktüel hale gelmesi de aktif bir şeye bağlıdır. Türleri maddî koşullardan soyutlayarak bilinir hale getiren şey aktif akıldır. Platon ve Aristoteles'in aktif aklın işlevi hakkındaki farklı görüşleri şu benzetme ile açıklanmaktadır: Işık, bazılarına göre, görmek için gereklidir; zira renklerin görünmesini sağlar. Ancak bazılarına göre ışığın görme için gerekli olmasının sebebi renklerin görünmesini sağlamak değil, ortamın daha da parlak olmasını temin etmektir. Aristoteles'in aktif akıl düşüncesi birinci duruma, Platon'unki ise ikinci duruma uymaktadır.
Aquinalı Thomas, aktif ve potansiyel akıl konusunda İslam filozoflarıyla polemiğe girmiştir. Aquinalı Thomas'ın, Aristoteles'in Yorumcusu olarak gördüğü İbn Rüşd, bütün insanlarda ortak ve aynı şekilde var olan bazı evrensel görüşlerin olduğunu savunmuştur. At, köpek, melek, daire, dörtgen vb. hakkında bütün insanlar aynı görüşe sahiptir. Bu gerçekten hareket eden İbn Rüşd, bütün insanlar için tek bir potansiyel aklın olduğu fikrine ulaşmıştır. Thomas, İbn Rüşd'- ün bu görüşünün yanlış olduğunu pek çok eserinde göstermeye çalışmış ve en sonunda bu konuda müstakil bir eser yazma ihtiyacı hissetmiştir: On the Uniqueness of Intellect against Averroists. Aquinalı Thomas, bu eserinde, "bütün insanlar için tek bir potansiyel akıl vardır" düşüncesinin, hem Hıristiyan inancına, hem de felsefenin temel ilkelerine aykırı olduğunu belirtir. Şayet potansiyel akıl sayesinde anlayabiliyorsak, der Aquinalı Thomas, o halde, anlama eylemine sahip olan herhangi bir kişi hakkında şu iki yargıdan birine ulaşabiliriz: (a) Bu kişi bizatihi akıldır; (b) Akıl bu kişinin doğasında form olarak vardır. Tek tek bireylerin akıl olduğunu söylediğimizde, bu bizi, bütün insanların bir ve aynı olduğu sonucuna götürür. Eğer akıl, insanın doğasında form olarak varsa, farklı bedenlerin farklı formları var dernektir. İnsan ruh ve bedenden oluştuğuna ve ruhlar farklılaştığına ve potansiyel akıl ruhun bir gücü olduğuna göre, insanlar da farklılaşmış demektir; zira farklı şeylerin tek bir gücü olamaz. Şayet herkes için tek bir akıl varsa, o zaman, anlayan ve irâde sahibi olan tek bir insan var demektir. Dolayısıyla hiçbir insan kendi özgür irâdesine sahip olamayacaktır. Bu ise, bütün bir ahlâk sistemini yıkar.
Aquinalı Thomas'ın İbn Sina’ya yönelttiği eleştiri de aktif akıl ile ilgilidir. Aktif akıl, İbn Sina’ya göre, bağımsız ve ayrı bir tözdür ve bütün insanlar için tek bir ortak aktif akıl vardır. İbn Sina'nın bu görüşü, insan ruhunun, tek başına, gerçeğe ulaşamayacağı; ancak aktif akıl diye anılan bağımsız tözün ışığıyla aydınlandığı takdirde, insanın, gerçeği bilebileceği sonucunu doğurmaktadır. Aquinalı Thomas'a göre, aktif aklın işlev alanına giren bazı gerçekler vardır: Bizim doğal olarak bildiğimiz ilkeler ve bu ilkelerden çıkardığımız sonuçlar gibi. Bu gerçekleri bilmek için, insanın, herhangi bir dış ışığa ihtiyacı yoktur. Doğal olarak bize bahşedilmiş olan ışık bu konuda yeterlidir. İnanç esasları gibi, insan aklını aşan bazı konuların bulunduğu da doğrudur. Akıl, ilâhî ışığın aydınlığı olmaksızın, bu konuları anlayamaz.
Tümeller Sorunu ve Bilgi Teorisi
Ortaçağ düşüncesinde çokça tartışılan konulardan biri olan tümeller sorunu, bir yönüyle Platon ile Aristoteles arasındaki "tümeller bağımsız olarak var mı?" sorusuyla, diğer bir yönüyle ise, Tanrı'nın ve insanın neyi bilebileceği, neyi bilemeyeceği meselesiyle ilgilidir.Platon'a' göre tümeller, kendi dünyalarında var olan formlardır. Tikel nesneler ise, söz gelimi büyük bir dağ, tümel forma (yani büyüklüğe) katılmaktadır. Tümeller, sadece akıl ile bilinebilir; duyu bilgisi tümellerin bilinmesinde işe yaramaz. Herhangi bir tikel nesneyi bilmek için, değişmeyen tümelleri de bilmek gerekir; zira tikeller, tümellerin görünümlerinden başka bir şey değildir. Aristoteles ise tümellerin, tikellerden "ayrı" bir şekilde var olamayacaklarını düşünür. Aristoteles'e göre, aslolan tikellerdir.
Genel olarak Aristotelesçi bir çizgiyi takip eden Aquinalı Thomas için, tümeller, ancak dünyada var olabilen özlerdir. İnsan, ancak tümeller hakkında doğrudan bilgi sahibi olur; tikel nesneleri ise dolaylı olarak bilebilir. Aziz Thomas'a göre, Tanrı, bütün mükemmelliklere sahip olduğuna göre, tikelleri bilmesi O'nun mükemmel bilgisinin bir gereğidir. Dolayısıyla Tanrı hem tümelleri hem de tikelleri bilir.
Aquinalı Thomas, bilgi edinme sürecini açıklarken, ne Platon gibi doğuştan gelen idealara, ne de Augustinus gibi aydınlanma teorisine başvurur. Ona göre insan, eşyanın bilgisine ulaşmak için doğal bir yeteneğe sahiptir. Thomas, bilgi edinme eyleminin, duyusal ve entelektüel olmak üzere iki aşamada gerçekleştiğini düşünmektedir. Hem duyumun hem de zihnin faaliyetleri birbiriyle yakından ilişkili olup, duyumun işlev alam tikel ve özel şeylerdir; akıl ise tümellerle, kavramlarla ilgilenir.
Zihin, duyumun kendisine sunacağı bilgiler olmaksızın hiçbir işlem yapamaz. Hem duyum hem de akıl, nesnelerini algılarken potansiyel halde bulunurlar. Tümellere ulaşabilmek için, herhangi bir nesne hakkında duyulur bilgiye ihtiyaç vardır. Dışımızdaki bir nesnenin formu, insanın duyusal yetisi üzerinde bir izlenim bırakır ve böylece duyu bilgisi oluşur. Bu, mührün, balmumu üzerinde bıraktığı ize benzetilebilir. Duyumdan gelen bu maddi izlenim üzerine ruh, kendi doğasına uygun bir şekilde tepki gösterir; yanı, duyular üzerinde müessir olan bu nesneyle ilgili bilgi üretir. Dolayısıyla, insanın potansiyel halde bulunan bilme yetisi, ancak, bilginin konusu olan nesneyle ilişkiye girdiğinde aktüel hale gelir.
Duyu bilgisi zihne nasıl iletilir? Tikel bir bilgi nasıl tümele dönüştürülür? Aquinalı Thomas bu sorunu, Aristoteles düşüncesine dayanarak çözmeye çalışır. Aristoteles'e göre, bireysel form, potansiyel olarak evrenseldir; madde, formu bireyselleştirmektedir. Eğer form, bu bireyselleştirici maddeden kurtulursa, yani cisimsiz hale gelirse, evrensel/tümel niteliğine yeniden kavuşur. Thomas, bunun, zihnin özel bir gücü ile meydana geleceğini düşünmektedir. Entelektüel güç sayesinde, duyumdaki imge aydınlatılmaktadır. Bu aydınlanmanın etkisiyle, form, maddi niteliğini kaybetmekte, yani bilinir bir tür haline gelmektedir. Duyumdaki imgeyi, tümele dönüştüren bu yeti, Aquinalı Thomas'a göre, aktif akıldır. Akıl gücü potansiyel halde olduğuna göre, bu güç aktüel hale geldiğinde, kendisini aktüel hale getiren formla aynı olacaktır. Bu nedenle, aklın, bir anlamda, bilinen şeyle aynı olduğu söylenebilir.
Aquinalı Thomas'a göre, hem duyu bilgisi hem de entelektüel bilgi, temelde, doğrudur. Zihin ile objesi arasında eşitlik olduğunda, hakikat ortaya çıkar ve böyle bir eşitlik hem duyu bilgisinde hem de zihinde kurulabilir. Herhangi bir şey hakkında yanlış yargıda bulunmak, yüklemin, gerçekte ait olmadığı bir özneye yüklenmesinden kaynaklanır. Şeyler ile ilgili tümel yargılara ulaşabilen insan zihninin, tümel bilgilerden yararlanarak tikellerle ilgili bilgi edinmesi de mümkündür. Tümdengelim diye adlandırılabilecek bu süreç, iki yargı arasındaki mantıksal ilişkilere dayanır. Bilim işte bu süreçte ortaya çıkar. İnsan zihni, bilim yaparken de, doğuştan gelen idealara ya da herhangi aydınlanmaya ihtiyaç duymaz.
Hukuk Anlayışı
Aquinalı Thomas'a göre yasa, "insanın bazı eylemleri yapmasına izin veren, bazı eylemleri ise yasaklayan kural ya da ölçü" anlamına gelmektedir. Bu kural ve ölçü, insan davranışlarının ilki olan akla dayanır. Yasa iki şeyde olur: (a) Ölçüyü veya kuralı koyan şeyde, yani akılda; (b) ölçü veya kural konulan şeyde. Yasa koyma sadece yönetimde olan insanlara has bir özellik değildir. Yönetilenler de yasa koyabilirler.Yasayı, ezelî-ebedî yasa, doğal yasa, beşerî yasa ve dinî yasa olarak dörtlü bir tasnife tabi tutan Aquinalı Thomas açısından yasa, toplumu yöneten kişilerin pratik akıllarından çıkan emirlerdir. Dünya Tanrı tarafından korunup gözetildiğine göre, bütün dünya topluluklarını da Tanrı yönetiyor demektir. Tıpkı toplumu yöneten idarecilerin yaptıkları yasalar gibi, evrenin yöneticisi olan Tanrı'nın yaptığı işler de bir tür yasadır. Tanrısal aklın eşyayı ve olayları algılayışı zamanla sınırlandırılamayacağına göre, Tanrı'nın evrendeki yasaları ezelî-ebedîdir.
Ezelî-ebedî yasayı herkes anlayabilir mi? Thomas'a göre, bir şey ya özü itibariyle ya da sonucuyla bilinebilir. Söz gelimi, güneşin özünü görmüyoruz, ama ışınlarını görebiliyoruz. Bunun gibi, insanın ezelî-ebedî yasayı özü itibariyle bilmesi mümkün olmasa da, onun yansımalarını görüp anlaması mümkündür. Hakikatle ilgili her türlü bilgi, aslında, ezelî-ebedî yasanın bir yansımasıdır. Ezelî-ebedî yasayı herkes kendi kapasitesine göre bilir. Bu yasaya göre hareket edenler sadece insanlar değildir; evrendeki bütün varlıklar ezelî yasaya göre hareket etmektedirler. Ezelî yasaya göre hareket etmenin iki yolu vardır: Anlayarak uygulamak ve içgüdüsel olarak ezelî yasaya tâbi olmak. Diğer varlıklar ezelî yasaya içgüdüsel olarak uyarlar; insan ise hem ezelî yasayı anlayabilir ve ona göre hareket edebilir, hem de kendi doğasında ezelî yasaya uyma yönünde doğal bir eğilime sahiptir.
İnsanlarla diğer varlıklar arasında ezelî- ebedî yasayı anlama noktasında ortaya çıkan bu farklılık bizi başka bir yasa türüne götürür: Doğal yasa (doğal hukuk). Hem insan hem de diğer varlıklar ezelî-ebedî yasaya tâbidir; ancak sadece insan ezelî--ebedî yasayı anlayabilir ve böylece bir ölçüde ezelî akla sahip olmuş olur. İnsanın ezelî-ebedî yasadan bu şekilde pay alması, Thomas'a göre, doğal yasa anlamına gelir. O halde doğal yasa, ezelî-ebedî yasanın insanlar tarafından anlaşılmasından başka bir şey değildir. İnsanın, kendi doğasına uygun olarak yaptığı her §ey, doğal yasanın kapsamına girer. Dolayımda her türlü erdemli davranış doğal yasanın bir parçasıdır.
Doğal yasa değişir mi? Aquinalı Thomas bu soruya olumlu cevap vermektedir. Doğal yasadaki değişim iki şekilde olabilir: (a) İlaveler yoluyla: İnsan yaşamının daha iyiyi gitmesi için pek çok yeni şey ortaya çıktığına göre, doğal yasaya gerek dinî yasa gerekse beşerî yasa aracılığıyla birtakım ilaveler yapılabilir. (b) Çıkarım yoluyla: Doğal yasanın ilk prensipleri asla değişmez. Ancak bu ilk ilkelere dayanarak çıkarılan ikincil prensipler değişebilir. Dolayısıyla doğal yasa pek çok durumda değişmese de, bazı özel durumlarda değişiklik gösterebilir.
İnsan, hem doğasındaki eğilim nedeniyle hem de anlamak suretiyle ezelî-ebedî yasaya iştirak eder ve böylece doğal yasa ortaya çıkar. Ancak insanın ezelî-ebedî yasayı anlama yetisi mükemmel değildir. İnsan kötü duygularından uzaklaştıkça, bu yeti artar. İnsanın bu eksikliği, beşerî yasaların (pozitif hukukun) da eksik kalmasına neden olmaktadır. İnsanların koyduğu yasalar, doğal yasaya uyduğu sürece doğru ve isabetlidir. Söz gelimi, doğal yasa insan yaşamının değerli olduğunu bize söyler. İnsan yaşamını korumaya yönelik her türlü beşerî yasa (cinayetin, intiharın, yaralamanın vs. yasaklanması) aslında doğal yasanın bir yansımasıdır. Fakat kürtaj, insan yaşamının değerini göz önünde bulunduran bir uygulama değildir; dolayısıyla, kürtajı serbest bırakan bir yasa, doğal yasaya uygun olamaz.
İnsanların doğal yasayı anlama yetisi farklı olduğu için, insanların koyduğu yasalar da kişiden kişiye, toplumdan topluma, dönemden döneme değişiklik gösterir. Aquinalı Thomas'a göre, beşerî yasalar iki şeye uymadıkları zaman doğruluklarını kaybetmiş olurlar: (a) İnsanın aleyhine, zararına bir hüküm içeriyorlarsa. Örneğin, toplumun kalkınması için değil de, sırf yöneticinin açgözlülüğü ve ihtirası nedeniyle konulan vergi yasaları; (b) dinî yasaya veya Tanrı'nın buyruklarına aykırı iseler. Söz gelimi, putperestliği buyuran yasalar. Beşerî yasa ile dinî yasanın çeliştiği durumlarda, beşerî yasanın yanlış olduğuna hükmeden Aquinalı Thomas, böyle bir durumda dinî yasaya uyulması gerektiğini savunur.
Dinî yasa, Tanrı'nın, vahiy aracılığıyla insanlara bildirdiği kurallar bütünüdür. İnsanlar, Tanrı'nın kendilerine bahşettiği akıl sayesinde kendilerince yasalar koyabildiğine göre, dinî bir yasaya ihtiyaç var mıdır? Aquinalı Thomas dini yasanın gerekli olduğu kanaatindedir. Ona göre, beşeri yasa ile dini yasa, amaçları bakımından birbirinden farklıdır. Beşerî yasa, dış durumu kurtarmaya yöneliktir ve barışı bozan davranışları yasaklar. Amacı insanın ebedî mutluluğunu sağlamak olan dinî yasa ise sadece dış davranışları değil, insanın iç dünyasını da düzenler. Dolayısıyla beşerî yasanın dışında dinî bir yasanın olması gereklidir. Dinî yasanın bulunmasını gerektiren bir diğer gerekçe, beşerî: yasanın değişken doğasıdır. Pratik meselelerle ilgili beşerî kurallar, insandan insana, toplumdan topluma ve dönem dönem değişmektedir. Birine göre doğru olan bir davranış diğerine göre yanlış olabilmektedir. Bundan dolayı insan, ebedî mutluluğa ulaşabilmek için hata olasılığı bulunmayan ve Tanrı tarafından açıklanan dinî yasaya ihtiyaç duyar.
Aquinalı Thomas, dinî yasayı, kendi dinî deneyiminden hareketle, ikiye ayırır: Eski Yasa ve Yeni Yasa. Eski Yasa ile kastedilen Yahudilere ait dinî kanunlardır. Yeni Yasa ise İsa Mesih aracılığıyla gelen Yeni Ahit kanunlarıdır. Yahudi dinî yasası, Thomas'a göre, faydalı; fakat aynı zamanda eksiktir. Faydalıdır; çünkü insanları günahlardan sakındırmak gibi bir fonksiyon icra etmiştir. Eksiktir; çünkü insanların ebedî kurtuluşunu sağlayamaz. Musa aracılığıyla gelen yasa, sadece birtakım emirler getirmiştir; kurtuluş ise İsa Mesih sayesinde gerçekleşmiştir.
Eski Yasanın kuralları herkes için bağlayıcı mıdır? Eski Yasanın kuralları arasında doğal yasaya uyan kurallar, herkes için Uyulması gereken kurallardır. Ancak Eski Yasa'nın kapsamında, doğal yasaya ilave edilen bazı kurallar da vardır ve bu kurallar sadece Yahudiler için bağlayıcılık niteliğine sahiptir. Söz gelimi, On Emir olarak bilinen kurallar, Sebt kuralı (Cumartesi gününü dinlenerek geçirmeyi emreden kural) hariç, aynı zamanda doğal yasanın da benimseyeceği ve bundan dolayı herkesin uyması gereken kurallardır. Aquinalı'ya göre, Eski Yasa insanı kurtuluşa ulaştıramadığı için Yeni Yasa gerekli olmuştur. Yeni Yasa yazılı değil, gönüllere kazınmış bir yasadır. Nitekim Yeni Ahit'te bu durum, Yahudi Kutsal Kitabımdan alınan bir cümle ile açıklanmaktadır: "Rab, 'İşte günler gelmekte' diye buyuruyor, 'İsrail ve Yahuda halkıyla yeni antlaşmayı sonuçlandıracağım... İsrail halkıyla girişeceğim antlaşma budur: Yasalarımı akıllarının içine yerleştireceğim, onların yüreklerine yazacağım."
Aquinalı Thomas, Eski ve Yeni Yasa arasındaki farkı daha somut bir şekilde şöyle açıklar: Gelişigüzel ele aldığımız iki yasanın farklı olmasının iki nedeni olabilir: (a) Bu iki yasa tamamıyla birbirinden farklıdır. Söz gelimi, aristokrasiyi devlet biçimi olarak benimseyen bir yasa ile, demokratik bir yönetimi benimseyen bir yasa birbirinden tamamen farklıdır; (b) İki yasa, amaçlarına yakınlıkları açısından birbirinden farklıdır. Mesela, bir yasa, yasanın gereğini hemen yerine getirebilecek olan yetişkinlere yönelik olabilir. Diğer yasa ise, hayatlarının sonraki aşamalarında nasıl davranacaklarını öğrenen çocukların eğitimiyle ilgili olabilir. Her iki yasanın amacı aynı olsa da, ikinci yasanın yerine getirilip amacına ulaşması, birincisiyle karşılaştırıldığında, daha uzun bir süre alacaktır. Bu temel prensipten hareket eden Aquinalı Thomas, Eski ve Yeni Yasa'nın, "a" maddesinde belirtilen durum açısından bakıldığında, farklarının olmadığını savunur; zira her ikisi de sadece tek bir Tanrı'nın var olduğunu ve insanın O'na ibadet etmesi gerektiğini vurgular ve dolayısıyla aynı amaca yöneliktir. Ancak "b" maddesine göre, Eski ve Yeni Yasa birbirinden farklıdır. Eski Yasa, tıpkı çocukların eğitilmesi gibi, amacına daha geç ulaşacaktır; Yeni Yasa ise yetişkinlere yönelik olarak konulan kurallar gibidir. Bundan dolayı Yeni Yasa, Eski Yasa'ya göre, daha mükemmeldir.
Ahlâk Felsefesi
Aquinalı Thomas'a göre akıl, irâdeden üstündür ve önce gelir. Hatta bu, Tanrı için bile böyledir. Tanrı, bir şeyi, makûl olduğu için yaratır; yarattığı için, o şey makûliyet kazanmaz.İnsan için de akıl irâdeden üstündür; ancak yine de irâde bağımsızdır ve aklın kendisine sunduğu makûl şeyleri yapmak zorunda- değildir. Thomas'a göre, irâdenin ölçütü, iyi ve iyilik, aklın ölçütü ise hakikattir. Dolayısıyla akıl, özü itibariyle iyi olan bir şeyi irâdeye sunarsa, irâde bu işi yapmama özgürlüğüne sahip olamaz; çünkü bu durumda, irâde, kendi ölçütünün gerçekleştiğini görecektir.
İrâde zihne, zihin de duyu verilerine ihtiyaç duyar. Duyu verileri, bakış açısına göre, iyi veya kötü diye nitelendirildiğine göre, irâde, zihnin kendisine sunduğu değişik şeyler arasında bir seçim yapabilir. İrâdenin bağımsız olması ve özgür davranış, Aquinalı Thomas'ın ahlâk anlayışının sadece öznel yönünü oluşturur. Erdemli davranışın tamamlanabilmesi için, nesnel bir yönünün de olması gerekir; yani, eylem, üstün ahlâk normlarına uymalıdır. Thomas'a göre bu üstün norm, ezelî-ebedî yasalar ve doğal yasalardır.
Aquinalı Thomas insan fiillerini ikiye ayırmaktadır: İnsanî fiiller ve insanların yaptığı fiiller. Aquinalı Thomas'ın "insanların yaptığı fiiller" dediği şey, diğer canlılarla insanların ortaklaşa yaptığı eylemlerdir. İnsanî fiiller ile kastedilen ise, insan doğasına uygun davranışlardır. İnsan, eylemini denetim altına alına bakımından hayvandan ayrılır. Dolayısıyla bir eylemin "insani" olarak adlandırılabilmesi için, insanın bilerek ve isteyerek bu eylemi yapması, yani özgür bir irâdeden kaynaklanması gerekir. Thomas, özgür irâdeyi, "irâde ve aklın yetisi" olarak tanımlar. Özgür irâdeden kaynaklanan ve aklın denetimi altında olan eylemlerin bir amacının olması gerekir. Eylemlerin iyi veya kötü olması, insanı, nihaî amacına ulaştırıp ulaştırmamasına göre belirlenir. İnsanın tek bir nihaî amacı vardır: Tanrı. İnsanın bu amacına ulaşması, Tanrı'yı bilmesine ve sevmesine bağlıdır. İnsanın, bu yaşamında, Tanrı'yı özü itibariyle bilmesi mümkün değildir. Bu sebeple, dünya hayatında tam bir mutluluktan söz edilemez. İnsanın gerçek mutluluğa ulaşması âhirette gerçekleşecektir; çünkü orada Tanrı'yı görecek ve tam anlamıyla bilecektir.
Siyaset Felsefesi
Aristoteles'e göre insan, şehir merkezli bir canlıdır ve insanın gelişimini tamamlayabilmesi için politik yaşam gereklidir. Sadece, der Aristoteles, hayvanlar ve tanrı bir toplumda yaşayamaz veya böyle bir şeye ihtiyaç duymaz. Hemen her konuda olduğu gibi, siyaset felsefesinde de Aristoteles'in izinden giden Aquinalı Thomas için, insan, doğası gereği, politik ve sosyal bir canlıdır; insan, grubun ve grubu oluşturan bireylerin ihtiyaçlarını gidermek amacıyla politik topluluklar kurmak için aklım ve konuşma yetisini kullanır. Politik topluluk, toplumun faydası için görevde bulunan bir idarecinin yönetimi altındaki özgür insanlardan oluşur. Hükümet insanların faydası için çalışmalıdır. Thomas'a göre, inançsız (söz gelimi, Müslüman) hükümdarlar da yönetimlerinde âdil olabilirler; zira hâkimiyet ve yönetim beşerî yasaya dayanır. İnanan ile inanmayan arasındaki ayırım ise dinî yasanın kapsamına girer ve dinî yasa, insan aklına dayanan beşerî yasayı yürürlükten kaldırmaz. Ancak dinî gerekçelerle Kilise, yöneticiyi azledebilir; dolayısıyla dünyevî iktidarın özerkliği tam değildir. Aquinalı Thomas, papanın, siyasî yöneticiler üzerinde mutlak bir üstünlüğü olduğunu; bedenin ruha tâbi olduğu gibi, yöneticilerin de (en azından dinî meselelerde) papaya tabi olması gerektiğini savunur.Ortaçağ'da hâkim olan görüşe göre, monarşi, hem en iyi hükümet şekli hem de ilahî irâdeye en çok uyan devlet sistemiydi. Aquinalı Thomas da monarşinin en iyi hükümet şekli olduğunu kabul eder. Ancak monarşi yönetiminde, yetkileri çok geniş olan hükümdarın yanlış bir yola sapması olasılığı çok yüksektir ve böyle bir durumda, zorbaya dönüşecek olan hükümdara karşı, halk çaresiz kalır. Thomas, zorbalar ve kötü yönetim sergileyenler karşısında halkın pasif davranmasını onaylamaz, fakat toplumun, kötü bir yönetimi görevden uzaklaştırmak için, hukukî sınırlar içinde bir şeyler yapması gerektiğini de savunur.
En iyi hükümet şekli olarak kabul ettiği monarşinin, zorbalığa dönüşme olasılığını gören Aquinalı Thomas için, başka bir yönetim şekli de mümkündür. Bu yönetim şekli monarşi ile aristokrasi ve demokrasiyi birleştiren bir sistemdir. Bu sistem kısmen monarşidir; zira iktidar, tek bir kişinin elinde toplanmaktadır. Kısmen aristokrasidir; çünkü bir grup insan yönetime ortak olmaktadır. Kısmen demokrasidir; zira insanlar yöneticilerini kendileri seçmektedir.
Bu sistem, Aquinalı Thomas'a göre, dinî yasanın önerdiği bir yönetim şeklidir; çünkü Hz. Musa ve onun ardından gelen yöneticiler, halkı bu sistemle yönetmişlerdir. İktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yanı sıra, yetmiş iki kişiden oluşan bir yaşlılar heyeti yönetim konusunda hükümdara eşlik ediyordu ve halk yöneticilerini seçme hakkına sahipti.
Dinî yasanın onayladığı ve Aristoteles'in de önerdiği bu sistem, Aquinalı Thomas'a göre, en iyi ve en güvenilir yönetim şeklidir.
"Varlık-Öz" ve "Madde-Form" İlişkisi
Ortaçağ felsefesinde çok az kavram "varlık" ve "öz" kadar önem kazanmıştır. Aquinalı Thomas, Aristoteles gibi, varlığı iki şekilde tanımlar. Bir anlamıyla varlık, on kategoriye ayrılan bir şeydir. Diğer anlamıyla, hakkında olumlu önerme kullanılabilecek her şeyi, gerçekten var olmasalar bile, varlık olarak tanımlamak mümkündür. Bu ikinci anlamıyla yokluk da varlık olarak adlandırılabilir; zira "körlük gözde olur" derken, görme yetisinin yokluğu anlamına gelen körlük hakkında olumlu bir önerme kurmuş olmaktayız. Birinci anlamıyla ele alındığında, gerçekten var olmayan hiçbir şey varlık olarak görülemez ve bu açıdan yaklaşıldığında körlük vb. varlık değildir.Öz kelimesini varlığın ikinci anlamından yola çıkarak açıklamak mümkün değildir; çünkü bu kullanımda herhangi bir öze sahip olmayan şeyler de varlık olarak değerlendirilir. O halde özü tanımlamak için, varlığın birinci kullanımdaki anlamını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Öz bir şeyin, neliğini, ne olduğunu ifade eder ve insan aklının soyutlamasıyla elde edilir.
Varlık, ilk plânda tözler hakkında, ikinci derecede ve dolaylı olarak ilinekler hakkında kullanılabilir; zira öz gerçek anlamda ve en mükemmel şekilde tözlerde bulunur. Bazı tözler bileşik bazıları ise basittir. Öz, hem bileşik hem de basit tözlerde bulunmakla birlikte, basit tözlerdeki öz daha gerçek ve daha üstündür; zira bileşik tözlerin oluşmasını sağlayan basit tözlerdir; bu durum, en azından, ilk basit töz, yani Tanrı için doğrudur. Basit tözlerin özlerini anlamak insan aklını aştığı için, Aquinalı, bileşik tözlerin özlerini açıklama yoluna gitmiştir.
İnsanın ruh ve bedenden oluşması gibi, bileşik tözler de form ve maddeden oluşur. Ancak, formun mu yoksa maddenin mi bileşik tözlerin özü olduğunu söylemek mümkün değildir. Tek başına maddenin bileşik tözlerin özü olmadığı bellidir; çünkü bir şey, özü sayesinde bilinebilir ve madde bilgi için bir ilke olamaz. Tek başına form da bileşik tözün özü olamaz; zira öz bir şeyin tanımıyla ifade edilebilir. Doğal bir tözün tanımı ise sadece formu değil, aynı zamanda maddeyi içermelidir; doğal şeylerin fanımı maddeyi içermezse, matematik kavramların tanımlarıyla aynı olacaktır. O halde bileşik tözlerin özü hem maddenin hem de formun bir araya gelmesiyle oluşur. Bileşik tözlerin var olmasını sağlayan şeyin form olduğu doğrudur; ancak bu tözlerin özü tek başına form ya da madde değil, bu ikisinin birleşimidir.
Özü oluşturan bu form ve madde arasında nasıl bir bağlantı vardır? Form maddenin var olmasını sağlar; dolayısıyla, maddenin formdan bağımsız olarak var olması mümkün değildir. Form ise maddeden bağımsız olarak var olabilir; zira form maddeye bağımlı değildir. Herhangi bir formun maddeye bağlı olması, bu formun ilk prensipten, yani salt fiilden uzak olması sebebiyledir. İlk prensibe en yakın olan formlar, maddeden bağımsızdır ve bu tip tözlerde öz, formdan ibarettir. O halde bileşik bir tözün özü ile basit bir tözün özü arasında fark vardır: Bileşik tözde öz, sadece formdan ibaret değil, form ve maddenin bir araya gelmesidir; basit tözde ise öz, sadece formdur.
Bir öze sahip olan tözler üç türlüdür. Birincisi, Tanrı'daki özdür. Tanrı'nın özü varoluşuyla aynıdır; bütün mükemmellikler O'ndadır. İkincisi entelektüel tözlerde bulunan özdür. Entelektüel tözlerde öz ve varoluş farklıdır. Maddeden bağımsız olarak var olabilen öz, mutlaktır; ancak bu tözlerin varoluşları mutlak ve ebedî değil, sınırlıdır. Öz ve varoluş birbirinden farklı olduğuna göre, entelektüel tözler, cins, tür ve farklılıklar gibi ayırımlara tabi tutulabilirler; fakat insanların entelektüel tözlerdeki bu ayırımları görüp anlayabilmeleri mümkün değildir. İnsanlar bu tözlerin ilineklerini de bilemedikleri için, entelektüel tözler arasındaki özsel ya da ilineksel farklılıkları anlayamazlar. Ancak şu kadarı söylenebilir ki, entelektüel tözlerdeki farklılıklar ile duyulur tözlerdeki farklılıklar aynı değildir. Duyulur tözlerde cinsi belirleyen maddedir; entelektüel tözlerde ise cinsi belirleyen formdur. Üçüncüsü, madde ve formdan oluşan tözlerde bulunan özdür. Bu tip tözlerde varoluş başka bir varlığa bağımlı, sınırlı ve dolayısıyla da sonludur; öz ise sonsuzdur.
Thomas, İslâm ve Müslüman Filozoflar
İslam felsefesi ve filozofları ile ilgili eserlerini bir kenara bırakırsak, Aquinalı Thomas'ın İslâm ile ilgili iki eseri vardır:Summa Contra Gentiles (Kâfirlere Karşı)
De rationibus fidei contra Saracenos, Graecos et Armenos, ad Cantorem Antiochiae [Antakya Kantoruna: Müslümanların Eleştirilerine (ve Grek ve Ermenilerin Bir Eleştirisine) Karşı İnancın Savunulması].
Thomas'ın en önemli iki eserinden biri olan Summa Contra Gentiles, kâfirlere ve özellikle de Müslümanlara karşı Hıristiyanlığı savunmak amacıyla yazılmıştır. Eserde İslâm bir mezhep, Hz. Muhammed ise insanların beşerî isteklerini yerine getirmesine izin veren ve silah zoruyla taraftar toplayan bir zorba olarak takdim edilmektedir. Önceki peygamberlerin Hz. Muhammed'in geleceğini müjdelemediği ve Hz. Muhammed'in, peygamber olduğunu doğrulayacak hiçbir mucize göstermediği iddia edilmektedir. Muhammed'e, sadece, zihni olgunlaşmamış, eğitimsiz bedeviler inanmışlardır. Öğretisi hatalar ve masallarla doludur. O Hıristiyan Kutsal Kitabı'ndaki bilgileri alarak kendine mal etmiş; bu sahtekârlığı ortaya çıkmasın diye taraftarlarına Tevrat ve İncil'i okumalarını yasaklamıştır. İşte bu sebeple, Thomas, Muhammed'e inananların, aptalca bir inanca bağlanmış olduğu düşüncesindedir.
Aquinalı Thomas'ın İslâm ve Hz. Muhammed ile ilgili olarak söylediği şeyler aslında iki kelime ile özetlenebilir: "Şiddet" ve "şehvet". İslâm denilince Aquinalı Thomas'-- m zihninde şekillenen düşünce bu iki kelimeden ibarettir. Peki, bir paragrafta özetlenebilecek bu düşünceden hareketle Summa Contra Gentiles'in İslâm'a karşı yazıldığını söylemek mümkün müdür?
Aquinalı Thomas'ın, Summa Contra Gentiles'te İslâm'dan çok az bahsetmesinin üç nedeni olabilir: (a) O İslâm'ı ciddiye almıyordu: Bu iddia çok inandırıcı görünmüyor; zira Aquinalı, Summa Contra Gentites’te, önemsiz ve hatta o dönemde taraftarı bile kalmayan pek çok mezhebin görüşlerini ayrıntılı olarak sunmakta ve bu görüşlerin yanlışlığını kanıtlamaya çalışmaktadır. (b) Aquinalı Thomas İslâm'ı yeterince bilmiyordu: Bu iddia doğrudur; zira Aquinalı Thomas da kendisinin Müslümanların inançtan hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını söylemektedir. Ancak burada karşımıza çıban asıl sorun şudur: İslâm'a karşı Hıristiyanlığı savunmak için eser yazan bir kimse, Kur’an’ın Latince çevirisine ulaşma imkânı varken, neden Kur'an'dan tek bir cümle alıntı yapmamıştır? Summa Contra Gentiles'te Thomas'ın izlediği yöntem, önce karşıt görüşlerin açıklanması, sonra bu görüşlerin çürütülerek doğru görüşün belirtilmesidir. Thomas, Tanrı, âlem, yaratma, kurtuluş, âhiret vb. konularda neden yöntemine sadık kalırken, Kur'an'dan, Muhammed'in sözlerinden, İslâm Tarihi'nden örneklerle İslâm'ın görüşlerini ortaya koyup bunları çürütmeye çalışmamıştır? İslâm'ı yeterince bilmiyor olması tatmin edici bir cevap değildir; zira Thomas İslâm hakkında bilgi edinebileceği kitaplara sahipti; en azından, Kur'an'ı ilk kez Latinceye çeviren Peter the Venerable'ın (1092-1156) yazdığı Summa Totius Haeresis Saracenorum isimli eser İslâm'ın inanç esasları hakkında bilgi veriyordu. O halde Thomas'ın İslâm hakkında az bilgi sahibi olmasının ve İslâm'a eserlerinde çok az bir yer vermesinin başka bir sebebi olmalıdır.
Felsefe-din ilişkileri Müslüman ve Hıristiyan dünyada farklı bir seyir izlemiştir. İslâm dünyasında felsefe tekfir edilip dışlanırken, Hıristiyanlık felsefeyi dinî yorumlama ve savunma için bir araç olarak kullanmıştır. Bu yüzdendir ki İbn Rüşd İslâm kelâmında dışlanmış, Aquinalı ise Hıristiyan teolojisi için vazgeçilmez ve örnek bir kişi, bir aziz olmuştur. Thomas'ın eserlerinde İslâm'dan çok İslâm felsefesine, Hz. Muhammed'den çok İbn Sina ve İbn Rüşd'e gönderme yapmasının altında yatan neden de bu olsa gerektir. Öyle anlaşılıyor ki Aquinalı Thomas, döneminde İslâm dünyasının en muteber kişileri olarak gördüğü İbn Sina ve İbn Rüşd'ü kendisine muhatap almış ve onların fikirlerini çürüttüğü takdirde, İslâm'a karşı başarılı bir polemik yapabileceğini düşünmüş olmalıdır. Böyle bir teşebbüs tersinden yapılmış olsaydı, yani bir Müslüman, Aquinalı Thomas'ın fikirlerini ele alıp çürütmüş olsaydı, bu durumda genel olarak Hıristiyanlık da çürütülmüş olacaktı. Zira Hıristiyan teolojisi Aquinalı Thomas'ın görüşlerini tamamen benimser. Hâlbuki Aquinalı Thomas, İslâm felsefesine saldırdığında, kelâmını zayıflatmış değil, güçlendirmiş oluyordu; İbn Sina ve İbn Rüşd'ü çürüttüğünde, belki de Gazâlî'yi desteklemiş oluyordu. Thomas, Summa Contra Gentiles'i yazarken, İslâm felsefesi ile kelâmı arasındaki bu zıt yönlü ilişkinin farkında değildi ve İslâm'a karşı Hıristiyanlığı savunmak için yazdığı bir eserde Kur'an'a ve Hz. Muhammed'in sözlerine atıfta bulunmak yerine İbn Sina ve İbn Rüşd'ün görüşlerini ele alıp çürütmeye çalıştı. Günümüzde de İslâm'da felsefe ve din ilişkilerinin nasıl bir serüven izlediğini bilmeyen pek çok müellif, Summa Contra Gentiles'in İslâm'a karşı yazıldığını iddia etmeye devam etmekte ve Thomas'ın düştüğü yanlışa düşmektedir. Oysa Summa Contra Gentiles, yazarı tam olarak bunun farkında olmasa da, İslâm'a değil, İslâm felsefesine ve Müslüman filozoflara karşı yazılmış bir eser görünümündedir.
Thomas Aquinas, Summa Theologica, http://www.newadvent.org/summa/
Thomas Aquinas, Summa Contra Gentiles, University of Notre Dame Press, London 1975, http://www3.nd.edu/Departments/Maritain/etext/gc.htm
Thomas Aquinas, On Being and Essence, http://sourcebooks.fordham.edu/halsall/basis/aquinas-esse.asp
Thomas Aquinas, On the Eternity of the World, http://sourcebooks.fordham.edu/halsall/basis/aquinas-eternity.asp
Thomas Aquinas, On the Uniqueness of Intellect: Against Averroists, http://dhspriory.org/thomas/DeUnitateIntellectus.htm
Thomas Aquinas, Faith, Reason and Theology, Pontifical Institute of Medieval Studies, Toronto 1987.
E. Gilson, History of Chrıstian Philosophy in the Middle Ages, New York 1954.
N. Kretzmann - Eleonore Stump, The Cambridge Companion to Aquinas, New York 1993.
V. J. Bourkc, "Thomas Aquinas, St.", The Encyclopedia of Philosophy, (ed. Paul Edwards), New York 1967, s. 105-116.
G. R. Evans (ed.), The Medieval Theologians, Massachusetts 2001.
Ayrıca bkz., Akıl, Apolojetik, Aristoteles, Augustinus, Doğal Hukuk, Hukuk Felsefesi, İnanç Akıl İlişkisi, İslâm Felsefesi, Kelam, Ortaçağ Felsefesi, Platon, Skolastisizm, Tümeller Kavgası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder