Gemlik Zeytin Dalı Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği'nde Yahudi-Hıristiyan İlişkileri ve Kıyamet Seneryolarını konuştuk. İlgili ve meraklı muhataplar bulmanın hazzını yaşadık.
-
MECRA ATIF SİSTEMİ
Makaleler ve kitaplar için atıf sistemi
-
MECRA ŞABLONU
Zotero ve Mendeley programlarında kullanılmak üzere hazırlanmış Mecra şablonunu indirmek için tıklayınız.
Âlim & Câhil
Mansıbda bir olsâ dahi ger âlim ü câhil
Zâhirde müsâviyse hakîkatde bir olmaz
Altun ile farzâ ki berâber çekilē seng
Vezn içre bir olmak ile kıymetde bir olmaz
Şeyhülislam İbn Kemâl
...
İkisi de aynı mevkide olsa da alim ile câhil
Görünüşte eşit olsalar da hakikatte aynı değil
Altınla taşın beraber tartıldığını bir düşün hele,
Ağırlıkları eşit olsa da kıymetleri bir değil.
...
Mansıb: Mevki, makam
ger: Eğer
Zâhir: Görünüş
müsavi: eşit
Farzâ: Faraza, farz edelim ki, varsayalım
seng: taş
Vezn: tartı
Zâhirde müsâviyse hakîkatde bir olmaz
Altun ile farzâ ki berâber çekilē seng
Vezn içre bir olmak ile kıymetde bir olmaz
Şeyhülislam İbn Kemâl
...
İkisi de aynı mevkide olsa da alim ile câhil
Görünüşte eşit olsalar da hakikatte aynı değil
Altınla taşın beraber tartıldığını bir düşün hele,
Ağırlıkları eşit olsa da kıymetleri bir değil.
...
Mansıb: Mevki, makam
ger: Eğer
Zâhir: Görünüş
müsavi: eşit
Farzâ: Faraza, farz edelim ki, varsayalım
seng: taş
Vezn: tartı
Câhil
Câh ile gelmez fazilet câhile.
Şeyhülislam İbn Kemal
...
Makam ve mevki, faziletli yapmaz câhili
...
câh: makam, mevki
Şeyhülislam İbn Kemal
...
Makam ve mevki, faziletli yapmaz câhili
...
câh: makam, mevki
Hatâbîn Olanlar
Kalem-i sun'-u Hak'da sehv olmaz
Hep hatâbîn olanlar ahmakdır
Şeyhülislam İbn Kemâl
...
Unutmaz hiçbir şeyi Yaratıcı’nın kalemi
Ancak ahmak denir, âlemde kusur arayana
...
hatâbîn: hata, kusur arayan
Hep hatâbîn olanlar ahmakdır
Şeyhülislam İbn Kemâl
...
Unutmaz hiçbir şeyi Yaratıcı’nın kalemi
Ancak ahmak denir, âlemde kusur arayana
...
hatâbîn: hata, kusur arayan
Ekmeğini Taştan Çıkar
Âkil isen rızk için gerdûn-ı duna eğme ser
Âsyâb-âsâ yürü var ekmeğin taştan çıkar.
Hâşimî (16. Yüzyıl)
...
Baş eğme rızk için alçak dünyaya, akıllı isen,
Yürü, değirmen gibi, ekmeğini taştan çıkar, sen.
...
gerdûn: dünya, dönen
dûn: alçak
ser: baş
Âsyâb-âsâ: Değirmen gibi.
Âsyâb-âsâ yürü var ekmeğin taştan çıkar.
Hâşimî (16. Yüzyıl)
...
Baş eğme rızk için alçak dünyaya, akıllı isen,
Yürü, değirmen gibi, ekmeğini taştan çıkar, sen.
...
gerdûn: dünya, dönen
dûn: alçak
ser: baş
Âsyâb-âsâ: Değirmen gibi.
Belalar İçinde Nice Hayırlar Çıkar
Belâ zımnında râhat olduğun ızhâr eder halka
Felek bihûde hâr-ı hûşkden gülberk-i ter vermez
Fuzûlî
...
Belalar içinde nice hayırlar çıkar
Dikenli kuru dalda taze bir gül açar
...
hâr: diken,
huşk: kuru
gülberk: gül yaprağı
ter: taze
Felek bihûde hâr-ı hûşkden gülberk-i ter vermez
Fuzûlî
...
Belalar içinde nice hayırlar çıkar
Dikenli kuru dalda taze bir gül açar
...
hâr: diken,
huşk: kuru
gülberk: gül yaprağı
ter: taze
Nerede Yanlış Yaptık? (2)
Bizi eleştirenleri düşman bilmekle hata yaptık. Düşmanlık için cedelleşenlerle, bize doğruyu söyleyen veya doğruyu göstermeye çalışanları aynı kategoriye yerleştirip düşman belledik. Böylece, daima doğru yaptığımızı söyleyen övücülerle etrafımız çevrili iken, yanlış kararlarımızı sorgulayan ve kendisi için değil, kurumu ve ülkesi için doğru işlerin yapılmasını arzu eden mert insanları uzaklaştırarak, ilk hatanın üstüne, daha vahim ikinci hatayı yapmış olduk.
...
Hâlbuki hak yoldan ayrı düşerse, kendisini kılıçlarıyla düzelteceğini söyleyen dostlarını kucaklayıp, böyle dostlar verdiği için Allah’a hamdeden Hz. Ömer gibi bir örneğimiz vardı. Zâlim kardeşine de mazlûm kardeşine de yardım etmeyi buyuran Peygamberin ümmetiydik. O peygamber ki, zâlime nasıl yardım edileceği sorulduğunda, onu zulmünden alıkoymayı öğütlemişti.
...
Ne çabuk ve ne kolay kaybettik varlıkla imtihanı! Mal mülkle ve geçici oturduğumuz mevkilerimizle egomuzu nasıl da şişirdikçe şişirdik. Kendimizi biricik ve vazgeçilmez zanneyledik. Öyle ki, yaptıklarımızı eleştirenlerin, şahsımızı eleştirdiğini vehmetmeye başladık. Doğrucuları uzaklaştırdık, susturduk ve cezalandırdık. Aslında cezalandırdığımızı sandık. Hâlbuki cezalandırdığımız kendimizdi. Bize doğruyu söyleme ihtimali olan mert insanlardan kendimizi mahrum bırakmıştık.
...
Hayat yanlış da yapsak, doğru da, hep alkışlayan övücülerle ne kadar da güzeldi! Yanlışlar içinde bocalayıp durdukça, ne güzel şeyler yaptığımızı söyleyip bizi rahatlatan, eğlendiren saray soytarılarımız vardı!
...
Gün geldi, vakit tamam oldu. Biz mevkilerimizi, övücüler de bizi bıraktı. Derken geriye dönüp baktığımızda, doğruyu söylediği ve hatta söylemeye çalıştığı için nice dostları kaybettiğimizi gördük. Zamanında bizi daima alkışlayanlara gelince; aslında onlar asla var ve yar olmamışlardı, sadece var oldukları zehabına kapılmıştık. Onlar daha önce başkalarını alkışlamışlardı zaten; bir müddet bizim yanımızda göründüler. Şimdi alkışlayacak başkalarını çoktan bulmuşlardır bile.
...
Kaybettik aziz dost: Hem de en esaslı dostları, geçici olduğunu en çok bizim bilmemiz gereken mevkiler ve dünya hayatı için. Ve belki de o esaslı ve mert insanları, eleştirdiği için ihanetle suçlayarak kaybettik.
...
Biz mevkiyle, malla ve mülkle, hâsılı varlıkla imtihanı beceremedik, aziz dost. Bilmem şimdi durup düşünmek ve kayıplarımızı telafi etmek için vakit geçti geçmedi mi!
...
...
Hâlbuki hak yoldan ayrı düşerse, kendisini kılıçlarıyla düzelteceğini söyleyen dostlarını kucaklayıp, böyle dostlar verdiği için Allah’a hamdeden Hz. Ömer gibi bir örneğimiz vardı. Zâlim kardeşine de mazlûm kardeşine de yardım etmeyi buyuran Peygamberin ümmetiydik. O peygamber ki, zâlime nasıl yardım edileceği sorulduğunda, onu zulmünden alıkoymayı öğütlemişti.
...
Ne çabuk ve ne kolay kaybettik varlıkla imtihanı! Mal mülkle ve geçici oturduğumuz mevkilerimizle egomuzu nasıl da şişirdikçe şişirdik. Kendimizi biricik ve vazgeçilmez zanneyledik. Öyle ki, yaptıklarımızı eleştirenlerin, şahsımızı eleştirdiğini vehmetmeye başladık. Doğrucuları uzaklaştırdık, susturduk ve cezalandırdık. Aslında cezalandırdığımızı sandık. Hâlbuki cezalandırdığımız kendimizdi. Bize doğruyu söyleme ihtimali olan mert insanlardan kendimizi mahrum bırakmıştık.
...
Hayat yanlış da yapsak, doğru da, hep alkışlayan övücülerle ne kadar da güzeldi! Yanlışlar içinde bocalayıp durdukça, ne güzel şeyler yaptığımızı söyleyip bizi rahatlatan, eğlendiren saray soytarılarımız vardı!
...
Gün geldi, vakit tamam oldu. Biz mevkilerimizi, övücüler de bizi bıraktı. Derken geriye dönüp baktığımızda, doğruyu söylediği ve hatta söylemeye çalıştığı için nice dostları kaybettiğimizi gördük. Zamanında bizi daima alkışlayanlara gelince; aslında onlar asla var ve yar olmamışlardı, sadece var oldukları zehabına kapılmıştık. Onlar daha önce başkalarını alkışlamışlardı zaten; bir müddet bizim yanımızda göründüler. Şimdi alkışlayacak başkalarını çoktan bulmuşlardır bile.
...
Kaybettik aziz dost: Hem de en esaslı dostları, geçici olduğunu en çok bizim bilmemiz gereken mevkiler ve dünya hayatı için. Ve belki de o esaslı ve mert insanları, eleştirdiği için ihanetle suçlayarak kaybettik.
...
Biz mevkiyle, malla ve mülkle, hâsılı varlıkla imtihanı beceremedik, aziz dost. Bilmem şimdi durup düşünmek ve kayıplarımızı telafi etmek için vakit geçti geçmedi mi!
...
Kehf, 18/103-104
Helal Olmaz Faydası Bana
Kim ki benden nef' bulmaz istemen nef’in anın
Ol ki yok nef'im anâ nef'î banâ olmaz helâl
Fuzûlî
---
Faydasını istemem, benden fayda bulmayacak kimsenin
Helal olmaz faydası bana, faydam ermeyecek kişinin.
---
İstemem faydasını onun, ki benden fayda bulmayacak,
Helal olmaz faydası onun, ki faydam onu bulmayacak.
---
İsteme faydasını, senden fayda bulmayacak kimsenin,
Helal olmaz faydası onun, faydan ermeyecekse senin.
---
Ol ki yok nef'im anâ nef'î banâ olmaz helâl
Fuzûlî
---
Faydasını istemem, benden fayda bulmayacak kimsenin
Helal olmaz faydası bana, faydam ermeyecek kişinin.
---
İstemem faydasını onun, ki benden fayda bulmayacak,
Helal olmaz faydası onun, ki faydam onu bulmayacak.
---
İsteme faydasını, senden fayda bulmayacak kimsenin,
Helal olmaz faydası onun, faydan ermeyecekse senin.
---
Âl-i İmrân, 3/12
(Durma) Söyle inkâr eden o kâfirlere: Siz
Yenilgiye uğrayacaksınız (bu dünyada)
Ve cehennemdir varacağınız yer (ukbada)
Ne de kötü bir yerdir orası (bir bilseniz).
Yenilgiye uğrayacaksınız (bu dünyada)
Ve cehennemdir varacağınız yer (ukbada)
Ne de kötü bir yerdir orası (bir bilseniz).
Kişi Ettiğin Bulur
Sakın bir zerre-î nâçîzi pâmâl etme sultânım
Kişî ettîğinî elbet bulur günden ıyândır bu.
Feyzi-i Kadim (Hüseyin) (16. Asır)
---
En zelili bile, efendim, hor görmeyesin sakın
Malumdur kişinin ettiğini bulması pek yakın.
---
Nâçiz: Değersiz
Pâmâl etmek: Ezip geçmek, ayak altına almak
Iyân: Aşikâr
Kişî ettîğinî elbet bulur günden ıyândır bu.
Feyzi-i Kadim (Hüseyin) (16. Asır)
---
En zelili bile, efendim, hor görmeyesin sakın
Malumdur kişinin ettiğini bulması pek yakın.
---
Nâçiz: Değersiz
Pâmâl etmek: Ezip geçmek, ayak altına almak
Iyân: Aşikâr
Kargalar Serbest, Bülbüller Hapis
Gülşeninde âlemin ermez bu sırrâ hîç kes
Zağlar âzâde, bülbüller giriftâr-i kafes
Firaki (Kütahyalı Vaiz Abdurrahman)
---
Bu âlemde şu sırrı anlayamaz kimse
Kargalar serbest, bülbüller hapis kafeste.
---
Zağ: Karga
Giriftâr: Hapis
Zağlar âzâde, bülbüller giriftâr-i kafes
Firaki (Kütahyalı Vaiz Abdurrahman)
---
Bu âlemde şu sırrı anlayamaz kimse
Kargalar serbest, bülbüller hapis kafeste.
---
Zağ: Karga
Giriftâr: Hapis
İki İbrahim
Dü İbrâhîm âmed be-deyr-i cihân
Yekî büt-şiken şod yekî büt-nişân
Figani
---
Gördü iki İbrahim mabed-i cihan,
Put kırardı biri, diğeri put yapan.
---
Yekî büt-şiken şod yekî büt-nişân
Figani
---
Gördü iki İbrahim mabed-i cihan,
Put kırardı biri, diğeri put yapan.
---
Kanuni Sultan Süleyman devri şairlerinden Figanî’nin şöhretinin artmasıyla birlikte düşmanları da artmış, Sadrazam Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın Mohaç Muharebesi'nden sonra Budin'den getirtip At Meydanı'nda kendi sarayının karşısına diktirdiği heykeller için şairin bu beyti söylediği iddia edilmiştir. Şair genç yaşta boğularak veya farklı bir şekilde idam edilmiştir.
---Dakika Gecikmez Ölüm
Oğünme kendimin deyu bu âsiyâ, ki mevt
Etmez, çü nevbetin gele, asla dakika fevt.
Cenânî/Cinânî (Müverrih Bursalı Mustafa) (ö. 1004 / 1595)
---
Ey âsî! Bu benimdir diye atma çalım,
Sıran gelince, dakika gecikmez ölüm.
Etmez, çü nevbetin gele, asla dakika fevt.
Cenânî/Cinânî (Müverrih Bursalı Mustafa) (ö. 1004 / 1595)
---
Ey âsî! Bu benimdir diye atma çalım,
Sıran gelince, dakika gecikmez ölüm.
Eksiğin Çok İse
Her kişi kim ola ol eksiksiz er
Kılmaz ol hiç kimse aybına nazer.
Süleyman Çelebi
---
Kendinde bir eksiği yoksa kişinin,
Bakmaz ayıbına asla hiç kimsenin.
---
Nazar/nazer: bakmak
---
Onların kim eksiği çok işinin
Eksiğin gözler olur her kişinin.
Süleyman Çelebi
---
Kimin ki işinde eksiği çok olur,
Herkesin eksiğini gözler durur.
Kılmaz ol hiç kimse aybına nazer.
Süleyman Çelebi
---
Kendinde bir eksiği yoksa kişinin,
Bakmaz ayıbına asla hiç kimsenin.
---
Nazar/nazer: bakmak
---
Onların kim eksiği çok işinin
Eksiğin gözler olur her kişinin.
Süleyman Çelebi
---
Kimin ki işinde eksiği çok olur,
Herkesin eksiğini gözler durur.
Gönül Veren Mal ve Mülke
Maksûduna irişmedi her kim ki cihande
Dil verdi ise gaflet ile mülk ile mâle
Ahmed Bey (Dükakin Zade - 16. Asır)
-
Nasıl ulaşsın dünyada kemâle
Gafletle gönül veren mülke mâle.
Dil verdi ise gaflet ile mülk ile mâle
Ahmed Bey (Dükakin Zade - 16. Asır)
-
Nasıl ulaşsın dünyada kemâle
Gafletle gönül veren mülke mâle.
Batıl Hakikat Görünüre
Bâtıl hemîşe bâtıl u bîhûdedir velî
Müşkil odur ki sûret-i hakdan zuhûr ede
Bâkî
---
Bâtıl, daima beyhûde ve bâtıl olsa da,
Hakikat şekline bürünür, zorluk burada.
---
hemîşe: daima
Müşkil: zorluk
Müşkil odur ki sûret-i hakdan zuhûr ede
Bâkî
---
Bâtıl, daima beyhûde ve bâtıl olsa da,
Hakikat şekline bürünür, zorluk burada.
---
hemîşe: daima
Müşkil: zorluk
Sinende Bu Kaplan Kini?
İnsan oldur ki âyîne-veş kalbi sâf ola
Sînende neyler âdem isen kîne-i peleng
Bâkî
---
Kalbi pâk olmalı insanın, temiz bir ayna gibi,
İnsanım dersin, ne arar sînende bu kaplan kini.
---
Âyîne-veş: ayna gibi
Kîne-i peleng: kaplan kini
Sînende neyler âdem isen kîne-i peleng
Bâkî
---
Kalbi pâk olmalı insanın, temiz bir ayna gibi,
İnsanım dersin, ne arar sînende bu kaplan kini.
---
Âyîne-veş: ayna gibi
Kîne-i peleng: kaplan kini
Mağrur Olma
Saltanat tâcın giyen âlemde mağrûr olmasun
Nîce sultan kürkün almıştır beyim bâd-ı hazân
Bâkî
---
Saltanat tâcı giydim diye mağrur olma dünyada,
Güz rüzgarı beyim kaç sultanın kürkünü almada.
---
bâd-ı hazân: Sonbahar rüzgarı
Nîce sultan kürkün almıştır beyim bâd-ı hazân
Bâkî
---
Saltanat tâcı giydim diye mağrur olma dünyada,
Güz rüzgarı beyim kaç sultanın kürkünü almada.
---
bâd-ı hazân: Sonbahar rüzgarı
Rahmet Denizi
Garkeder âlemleri bir katre âb-ı mağfiret
Var kıyâs et vüs'at-ı deryâ-yı rahmet neydiğün
Bâkî
---
Bir damla bağışlanma suyu kaplar tüm evreni
Var sen düşün rahmet denizinin genişliğini.
---
katre: damla
âb-ı mağfiret: bağışlanma suyu
vüs'at: genişlik
Var kıyâs et vüs'at-ı deryâ-yı rahmet neydiğün
Bâkî
---
Bir damla bağışlanma suyu kaplar tüm evreni
Var sen düşün rahmet denizinin genişliğini.
---
katre: damla
âb-ı mağfiret: bağışlanma suyu
vüs'at: genişlik
Ömür Bir Andır
Âkil oldur gelmeye dünya metâından gurûr
Müddet-i devr-i felek bir demdir âdem bir nefes
Bâkî
---
Akıllı olan dünya malına duymaz heves,
Dünyanın ömrü bir andır, insan da bir nefes.
Müddet-i devr-i felek bir demdir âdem bir nefes
Bâkî
---
Akıllı olan dünya malına duymaz heves,
Dünyanın ömrü bir andır, insan da bir nefes.
Baş Eğme Alçağa!
Baş eğmeziz edânîye dünyâ-yı dûn içün
Allah'adır tevekkülümüz i'timâdımız
Bâkî
---
Baş eğme sakın fâni dünya için alçağa,
Tevekkül de itimat da sadece Allah'a.
---
edânî: alçaklar
dûn: aşağı
Allah'adır tevekkülümüz i'timâdımız
Bâkî
---
Baş eğme sakın fâni dünya için alçağa,
Tevekkül de itimat da sadece Allah'a.
---
edânî: alçaklar
dûn: aşağı
Belalara Sabretmek
Belâya merd olanlar sabreder, nâmerd sabretmez
Tamam olsa ıyârı, etmez altûna ziyan ateş.
HAYALÎ (Vardar Yeniceli Mehmed) (16. yüzyıl)
---
Namertler değil, mertler sabreder belaya,
Zarar vermez ateş, ayarı tam olan altına.
--
Mertler sabreder belaya, namertler etmez,
Ayarı tam'olan altına ateş zarar vermez.
Tamam olsa ıyârı, etmez altûna ziyan ateş.
HAYALÎ (Vardar Yeniceli Mehmed) (16. yüzyıl)
---
Namertler değil, mertler sabreder belaya,
Zarar vermez ateş, ayarı tam olan altına.
--
Mertler sabreder belaya, namertler etmez,
Ayarı tam'olan altına ateş zarar vermez.
Zâlim Zulmederken
Mazlûma zâlim eyler iken zulm ü gadr ü âl,
Kârında âsim olduğunu eylemez hayâl.
Ziya Paşa
---
Zâlim ederken mazlûma zulüm, ihanet ve hile,
Yaptığının günah olduğunu düşünmez bir kez bile.
Kârında âsim olduğunu eylemez hayâl.
Ziya Paşa
---
Zâlim ederken mazlûma zulüm, ihanet ve hile,
Yaptığının günah olduğunu düşünmez bir kez bile.
Nerede Yanlış Yaptık? (1)
Övücüleri, meddahları, şakşakçıları veya yağcıları yanımızdan uzaklaştıracakken, onları yanımızda tutarak yanlış yaptık. Övgülerle nefsimizi hoş ettik; yanlışımızı bile bir maharet ve meziyet görmeye başladık.
Halbuki, bizi övenlere toprak atmakla emrolunmuştuk. Şakşakçılar yanımıza yaklaşmaya cesaret edememeliydiler. Övülmenin cazibesine ve övünmenin hoyratlığına aldandık.
...
"Övülmeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder. Kusurlarını görmez olur. Doğru sözleri, verilen nasihati işitmez olur."
...
Her seviyede yönetim mevkiinde olanlarımıza bakınız. Dikkatle incelerseniz, çoğunun etrafında, kendilerini pohpohlayarak yer edinmiş kifayetsiz muhterisleri fark edebilirsiniz.
...
Öz: Övücülerin övgülerine aldananlar ve doğruyu söyleyenleri değil de meddahları yanlarında tutanlar, kendilerine kargaları kılavuz edinmişlerdir ve dahi onların da âkıbetleri meçhûl değildir.
Halil İbrahim Hançabay
Bir Araştırma Görevlisi Profili
Her gün fakültesinde.
Her gün fakültesinde.
Fakültede odasında.
Odasında çalışıyor.
Vaktini boşa geçirmiyor.
İyi bir akademisyen olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Çevresiyle uyumlu. Kendisinden şikayetçi olan yok.
Fakültenin işlerinden üzerine düşenleri yapma konusunda gayretli; ihmal etmiyor, savsaklamıyor.
Danışmanı ve anabilim dalındaki hocaları kendisinden memnun.
Doktorasını zamanında ve başarılı bir şekilde tamamlamış.
Doğal olarak danışmanı ve diğer hocaların, öğretim üyesi olarak fakülteye kazandırılması konusunda fikir birliği yaptığı idealist bir genç.
Çalıştığı anabilim dalında hocalar haftada 35 saat derse giriyorlar. Bu genç doktorun öğretim üyesi olarak alınması, hocaların yükünü de hafifletecek. Başka bir deyişle, fakültenin de kendisine acilen ihtiyacı var.
---
Böyle bir akademisyenden bahsediyoruz. Anabilim dalının teklifi, dekanlık ve rektörlüğün onayıyla ismi kadro tahsisi için YÖK'e gitmiş.
YÖK'teki beyefendi bu genç arkadaşımızın üstünü çizmiş. Arkadaşımız şimdi odasını topluyor.
---
Sormazlar mı?
Sahip olduğumuz araştırma görevlileri arasında muhtemelen en iyisinin akademik yaşamını bitiren bu karar, ülkenin menfaatine midir? Üniversiteyi istikbal vadeden bir akademisyenden mahrum bırakmak, vatana hizmet olarak görülebilir mi? Gelecek vadeden genç bir akademisyeni ideallerinden, geleceğinden, ekmeğinden ve ortamından mahrum bırakmak iyi niyetli bir yaklaşım mıdır?
---
Bu başarı hikayesini cezalandırma yoluna giden Beyefendi'ye; bu kararı alan kişiye, kadrosu bizde olmadığı halde oda tahsisi yapan üniversite yönetimine ne demeli, bilemiyorum.
---
“Mazlumun zâlimden öcünü alacağı gün, şüphesiz zâlimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır... ” Hz. Ali (r.a.)