Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı

Calvin, John

Felsefe Ansiklopedisi, (ed. Ahmet Cevizci), Ankara: Babil Yayıncılık, 2005, c. 3, s. 12-17.  



Fransız Protestan Reformcusu, teolog, Kutsal Kitap uzmanı ve papazdır. İlk olarak 1536'da yayımlanan Institutes of the Christian Religion [Hıristiyan Dininin Temel Kurumları] isimli eseri Reform sürecinin köşe taşlarından biridir.


Hayatı
27 Mayıs 1509'da Fransa'nın kuzeyinde bulunan Noyon'da dünyaya geldi. 14 yaşında gittiği Paris Üniversitesi'nde beş yıllık (1523-1528) bir teoloji eğitimi alan Calvin'in babası oğlunun papaz olmasını istiyordu; fakat Kilise ile arasına soğukluk girdiği için oğlunu Paris Üniversitesi'nden alarak, Orleans Üniversitesi'ne hukuk okumaya gönderdi. 1529 yılında Bourges Üniversitesi'ne geçen Calvin 1532'de hukuk diploması aldı. 1531'de babasını kaybettikten sonra kendi idealleri doğrultusunda yürümeye başladı ve tutkunu olduğu klâsik eserlere ve İbranice öğrenimine yöneldi. 1533 yılında reformcu düşüncelere sahip olmaya başlayınca, bir yıl sonra Kilise Reformu'ndan yana olduğunu açıkça ilan etti ve Papalığa karşı geldiği için geri kalan yaşamını mülteci olarak geçirmek zorunda kaldı. En önemli eseri olan Hıristiyan Dininin Temel Kuyumlarını, 1536 yılında mülteci olarak bulunduğu Basel'de yayımladı. Calvin 1536'da daha önce Protestanlığın benimsendiği Cenevre'ye geldi ve burada Paris'ten tanıdığı Guillaume Farel ile karşılaştı. Farel Cenevre'de yerleştirilmeye çalışılan Protestan reformuna katkıda bulunması için Calvin'i iknaya çalıştıysa da, o başlangıçta bu teklifi kabul etmedi. Ancak Farel “beni bu işte yalnız bırakırsan Tanrı seni cezalandırır" deyince, Calvin irkilmiş ve bunun Tanrı'dan gelen bir işaret olduğunu düşünerek Cenevre'de kalmaya karar vermiştir. Cenevre'de Kilise ve devletin el ele verdiği bir yapı kurmak isteyen Calvin, Cenevre yönetiminin reformcu kilise üzerinde baskı kurmak istemesi üzerine Cenevre'den ayrılarak Strasburg’a gitmek zorunda kaldı. Calvin'in ayrılmasıyla Cenevre'de Katoliklik yeniden güç kazanmaya başlayınca, Şehir Meclisi 1541 yılında Calvin'i geri çağırdı. Hukuk ve siyaset konusunda hazırladığı öneriler Cenevre'de Kilise merkezli bir şehir devletinin kurulmasına yardımcı oldu. Gittikçe bir din devleti görünümü kazanan Cenevre'de ölçüsüz içki içmek ve dans etmek yasaklandı; fahişeler öldürüldü; Michael Servetus gibi din sapkınları yakıldı. Fransa'da 1550 yılında Protestanlara karşı başlatılan savaş nedeniyle binlerce kişi Cenevre'ye göç etti. Ayrıca 1559 yılında Calvin'in kurduğu Cenevre Akademisi sayesinde Avrupa'nın değişik yerlerinden pek çok öğrenci Cenevre'ye akın etti ve böylece Cenevre 'Protestanlığın Roma'sı' haline geldi.
Sahip olduğu görüşleri, yaşadığı hayatı ve yaptıklarıyla tipik bir teolog olan Calvin, teoloğu “cemaatini, bir bütün olarak, gözetmekle sorumlu Kilise uzmanı" olarak tanımlar. Kutsal Kitap'tan yararlanarak Tanrı hakkında yanlış düşüncelerden ve konuşmalardan korunma yollarını araştırmak ve insanların rahatça anlayabilmesi için Hıristiyanlık öğretisini daha açık ve net hale getirmek, ona göre, teoloğun en önemli görevidir. Öyle anlaşılıyor ki, Calvin'in gözünde teolog, dinin felsefî açıklamalarıyla değil, pratik boyutuyla ilgilenen bir eylem adamıdır. Luther'e yazdığı bir mektupta, "insan, yaşayarak, ölerek ve lanetlenerek teolog olur" diyen Calvin için teoloji bir kalp meselesidir. İşte bu bağlamda Hıristiyanlığı, "sözde kalan değil, yaşama geçen bir doktrin; diğer bilimler gibi sadece akılla kavranan bir şey olarak değil, insanın tüm benliğini ve kalbini kuşatan bir öğreti" olarak görür.
Calvin'in, Hıristiyan Kutsal Kitabı'nı ve Kilise düzenini açıklamaya yönelik kitaplarının yanı sıra, Roma Katolikleri ve Anabaptistlere karşı yazdığı polemikler ve değişik mektuplardan oluşan çok sayıda eseri vardır. Bu kitaplar arasında Calvin'in düşüncelerini bir bütün olarak yansıtan ve kendisini şöhrete kavuşturan eseri Hıristiyan Dininin Kurumları'dır. Calvin, bu eserini, Tanrı, İsa Mesih, Kutsal Ruh ve Kilise şeklinde dört ana başlık altında kaleme almıştır.

Tanrı Bilgisi
Calvin'e göre, insanın sahip olduğu hikmetin büyük bir kısmını, Tanrı bilgisi ve ben bilgisi oluşturur. Bu iki bilgi birbiriyle yakından ilişkili olmakla birlikte, hangisinin daha önce olduğunu kestirmek o kadar kolay değildir. İnsanın ben bilgisine ulaşabilmesi için, öncelikle kendisini yaşatan ve hareket ettiren Tanrı'yı düşünmesi gerekir. Zira sahip olduğumuz her şeyi, tüm özellik ve donanımımızı Tanrı'ya borçluyuz. İnsanın bu âciz ve Tanrı'ya muhtaç durumu, Tanrı'daki mükemmellikleri en güzel şekilde açığa vurmaktadır. O halde, insan ancak âcizliğinin farkına varıp alçakgönüllü bir tavır sergilediğinde, Tanrı hakkında bilgi edinmeye başlayabilir. Tanrı bilgisine ulaşabilmenin ilk koşulu insanın aczini bilmesidir. Buna karşın, ben bilgisine ulaşabilmenin ilk koşulu ise, Tanrı bilgisine sahip olmaktır. Zira Tanrı'yı düşünmeden edinilen ben bilgisi, sahip olduğu dürüstlük, hikmet ve erdem sebebiyle insanı gurura yönlendirir. Hâlbuki bizim sahip olduğumuz mükemmellikler, Tanrı'nın mükemmellikleriyle karşılaştırıldığında çok eksik kalacaktır. O halde, Tanrı'yı düşünmeden ben bilgisi edinmek, Calvin'e göre, insanı yanıltır ve en büyük günahlardan biri olan kendini beğenmişliğe yol açar.
Ben bilgisine kıyasla daha öncelikli olan Tanrı bilgisi için dindarlık zorunludur. Calvin'in dindarlık ile kastettiği, Tanrı'yı sevmek ve O'na saygı göstermektir. Bu aşamada Calvin'in, Tanrı bilgisini, Yaratıcı Tanrı (Baba Tanrı) ve Kurtarıcı Tanrı (Oğul, İsa Mesih) bilgisi olmak üzere ikiye ayırdığına dikkat edilmelidir. Tanrı, evreni yaratırken kendisini 'yaratıcı' olarak göstermiş; İsa Mesih'te ise 'kurtarıcı' niteliğini açığa vurmuştur. Yaratıcı Tanrı bilgisi, insanın zihnine nakşedilmiştir. Her insan, doğası gereği, Tanrı fikrine sahiptir; kendisini yaratan bir Varlığın olduğunu bilir. Calvin'e göre, en barbar ulusların, en vahşi insanların bile Tanrı'nın varlığını kabul etmesi, Tanrı fikrinin evrenselliğini ve bu düşüncenin insan doğasına işlendiğini gösterir. Hatta putperestlik bile Tanrı'nın varlığını gösteren bir kanıttır. Kolay kolay başkasına boyun eğmeyen insanın, tahta ve taşa ibadet etmesi, insanlarda bir Tanrı fikrinin yerleşik olduğunu ortaya koymaktadır. Tanrı fikri insanın doğasında varsa, o halde, din, halk yığınlarını köleleştirmek için uydurulmuş bir şey olamaz. Tanrı bilgisi, okulda öğrenilen bir şey değil, anne rahminde edindiğimiz bir bilgidir ve bundan dolayıdır ki gerçek bir ateizm söz konusu olamaz.
Doğuştan edinilen Tanrı bilgisi, kısmen bilgisizlik ve kısmen de işlenen günahlar nedeniyle ihmal edilebilir veya insanın dikkatinden kaçabilir. Ancak insan, Calvin'e göre, evrenin mükemmel yapısına ve işleyişine bakarak da Yaratıcı Tanrı'nın bilgisine ulaşabilir. Evren, Tanrı'nın gücünü ve mükemmelliğini bize yansıtan bir ayna gibidir. Yine de kendi hatalarının içinde debelenip duran pek çok insan, böylesine göz kamaştırıcı bir sahnede Tanrı'nın gücünü ve izzetini göremeyecek kadar kör olabilir.
Kendi doğasından ve evrendeki mükemmel düzenden hareketle edindiği Tanrı bilgisinin, insanın kendi imgelemiyle sınırlı ve dolayısıyla eksik olduğu unutulmamalıdır. O halde, Tanrı'nın kendisi hakkında verdiği bilgiler, bizim bu eksik algılayışımızı tamamlamak için kaçınılmaz olmak durumundadır. Calvin, insanın kendi çabasıyla Tanrı hakkında edindiği bilgileri, gözleri iyi görmeyen bir kimsenin çevresini algılamasına benzetir. Kutsal Kitap ise insana Tanrı hakkında doğru bilgileri verir.
Özetle söylenecek olursa, Yaratıcı Tanrı'ya ilişkin bilgi hem doğadan hem de vahiy aracılığıyla edinebilir. Vahiy, doğadan edinilecek Tanrı bilgisini düzeltir, destekler ve genişletir. Hıristiyanlığın temel karakteristiklerinden biri olan Kurtarıcı Tanrı bilgisi ise yalnızca İsa Mesih aracılığıyla, dolayısıyla da Hıristiyan Kutsal Kitabı sayesinde elde edilebilir.

Yaratma ve Tanrı-Evren İlişkisi

Tanrı evreni özgür irâdesiyle yoktan yaratmıştır. Evrende pek çok farklı varlık bulunmaktadır ve bu varlıklar içinde, insan yaratılışın en güzel örneğidir. Ancak insan doğasının bu mükemmel niteliği, ilk insan Âdem'in işlediği günahtan sonra değişmiş ve insan, Calvin'e göre, Tanrı'nın kendisine verdiği özel yetenekleri kaybetmiştir.
Tanrı insanı ve evreni yarattıktan sonra, bir kenara çekilmemiştir. Aksine, yeryüzünde meydana gelen her olayda etkin bir rol üstlenmiştir. Tanrı, evrendeki genel ilkelerinin yaratıcısı olduğu kadar, yarattığı her şeyin, hatta evrendeki en zayıf varlıklardan biri olan serçenin bile beslenmesi, büyümesi ve gözetimini sağlamaktadır. Tanrı'nın hayatın her anında etkin olması, Calvin'e göre, evrendeki olayların şansa veya tesadüfe bağlı olarak açıklanmasını imkânsız kılar. Bir insanın hırsızların eline düşmesi, yıkılan bir evin veya ağacın altında kalarak ölmesi kadar, çölde kaybolmuş bir insanın su bulması ve mucizevî bir şekilde çölden kurtulması da şans veya tesadüf değil, Tanrı'nın gizli plânı olmak durumundadır. Tanrı'nın emri olmadan, rüzgârın bile ne esmesi ne de durması mümkündür. Calvin bu konudaki görüşlerini açıklamak için arkadaşlarıyla birlikte ormana giren, fakat daha sonra arkadaşlarından ayrılan bir tüccarı örnek olarak verir. Tüccar ormanda dolaşırken hırsızların eline esir düşer ve öldürülür. Calvin'e göre, Tanrı, bu insanın öleceğini önceden biliyordu; hatta kendi hükmüyle bu ölümü belirlemişti. O halde Calvin'e göre, Tanrı evrende olacak her şeyi önceden bilen ve takdir eden bir varlıktır. Dolayısıyla, Tanrı'nın sadece tümelleri bileceğini, tekilleri (cüz'iyâtı) bilemeyeceğine ilişkin klâsik metafizik düşüncedeki tartışma, Calvin'in gündeminde yer almaz.
Tanrı'nın her şeyi ezelî olarak bildiğini (ve hatta belirlediğini) savunan pek çok teolog gibi, Calvin'in de bu noktada hesaplaşmak zorunda olduğu bir mesele vardı: Kötülük problemi. Calvin'e göre, Tanrı'yı "gözetleme kulesinde tesadüf eseri meydana gelen olayları seyreden" bir varlık olarak görmek saçmalıktır. İnsanlar, Tanrı'nın gizli emri olmadan hiçbir şey yapamazlar. Calvin'in bu görüşüne karşı şöyle bir iddia savunulabilir: "O halde Tanrı'nın, birbiriyle çelişen iki irâdesi vardır: Birisi günahı yasaklayan açık irâde, diğeri ise kötü davranışlara müsaade eden gizli irâde." Tanrı'nın irâdesi, der Calvin, tek ve basittir; ama Tanrı'nın iki şeyi nasıl irâde ettiğini anlayamadığımız için bize çok yönlü görünmektedir.

Kader ve Kurtuluş

Hıristiyan inancına göre, aslî günah nedeniyle ölüm insanlığı esir almıştır; fakat Mesih, bizim yerimize, ölümün gücüne teslim olmuş, cehennemin ordularıyla boğuşmuş, onları yenerek ölüler diyarından çıkmıştır. Calvin'e göre, insanlığın Tanrı'yla barışması, itaatsizliğin itaatle karşılaşmasını ve bizim ödeyemeyeceğimiz bir bedelin Mesih tarafından ödenmesini gerekli kılar. Calvin, gerçek bir dinin en önemli unsurunun, bağışlanma doktrini olduğunu düşünür. İman sayesinde bağışlanan insan artık Tanrı'nın gözünde günahkâr değil, erdemli bir varlık haline gelir. Tanrı hiçbir güzel davranışı olmayan günahkârları kucaklar ve tanrısal iyiliğini göstererek, insanın kurtuluşa ermek için herhangi bir şey yapma zorunluluğunu ortadan kaldırır ve sadece Tanrı'ya güvenmesini ister. Başka bir deyişle, insanların bağışlanmasını sağlayan iman, aslında kurtuluşa götüren bir şey değil, sadece Tanrı'nın merhametini kazanmaya vesile olan İlâhî bir armağandır.
Kurtuluş doktrini ile ilişkili diğer bir kavram, kaderdir. Hristiyanlıkta kader, insanın, kurtulanlardan mı yoksa lanetlilerden mi olacağına ilişkin, ezelde Tanrı tarafından verilen karardır. Bu kararın verilmesinde insanın eylemlerinin herhangi bir etkisi olmaz. Bazı Hıristiyan düşünürlere göre, Tanrı, yalnızca kurtulanların kaderini belirler; buna mukabil, Tanrı'nın hem kurtulanların (seçilmişlerin) hem de lanetlilerin kaderini belirlediğini düşünen Hıristiyanlar da vardır. İkinci anlayış çift yönlü kader olarak adlandırılmaktadır.
Hıristiyan teolojisi içinde kader konusunun, ilk olarak, Augustinus ile Pelagiusçular arasındaki tartışmada bir problem haline geldiği bilinmektedir. Aslî günah doktrinini kabul etmeyen Pelagiusçulara göre, insanın kurtuluşa ermesi, ilâhî yardıma değil, kendisinin yapacağı güzel işlere bağlıdır. Bununla birlikte, Tanrı, kimin kendi çabasıyla kurtuluşa ereceğini ezelî olarak bilir. Pelagiusçulara karşı Augustinus, Tanrı'nın, ezelde, bazı insanları kurtuluşa ermek üzere seçtiğine inanır. Tanrı'nın bu seçimi, insanların yaşamlarında yapacakları güzel işlere bağlı değildir, tamamen Tanrı'ya ait bir inayet ve gizemdir. Augustinus düşüncesinde Tanrı'nın, rahmetini bazı kimselerden neden sakladığı sorunu üzerinde durulmaz; fakat lanetlilerin cezalandırılmasının, bütün insanlar aslî günahın mahkûmiyeti altında bulundukları için, bir zulüm olarak görülmemesi gerektiği öne sürülür. Tanrı'nın tamamen bağımsız bir şekilde bazı insanları kurtuluş için seçmesi, Aziz Augustinus'a göre, insan hürriyetini ortadan kaldırmaz. Augustinus, anlaşılması zor olduğu için kader doktrininin halka açıklanmaması gerektiğine inanmıştır.
Böyle bir tarihî arkaplânla konuya yaklaşan Calvin, Augustinus'un görüşlerini daha da ileri bir noktaya götürerek çift yönlü bir kader anlayışına sahip olur. Seçilmişlerin yanı sıra lanetliler de, ezelde Tanrı tarafından belirlenmiştir. Dolayısıyla, sadece sınırlı bir grup insan kurtuluşa erecektir. Bu durumda, İsa Mesih'in sadece seçilmişler için kendini feda ettiği kabul edilmiş olunur.
Calvin'e göre, insanların kaderi, seçilmiş olmak veya olmamaktır. Kutsal Kitap seçilmenin iki türünden söz eder: Bir topluluğun/grubun (İsrailoğulları'nın veya Kilise'nin) seçilmesi ve bireylerin seçilmesi/kaderi. İsrailoğulları, Tanrı tarafından seçilecek kadar iyi bir topluluk olmadıkları halde, seçilmiştir; zira seçilme kişinin veya toplumun yaptıkları ile ilgili bir durum değildir.
İkinci aşamada, İsrailoğulları içinde de kurtuluş için seçilenler ve seçilmeyenler vardır: İsmail ve Esav seçilmemiş, buna karşın, İshak ve Yakup seçilmiştir.
Kader, Tanrı'nın her bir insan için verdiği ezelî bir hükümdür; buna göre, bazı insanların kurtulacakları, bazılarının ise ebediyen lanetlenmiş olarak kalacakları, ezelde takdir edilmiştir. Lanetliler için kurtuluş kapısı tamamen kapalıdır. Konuyu açıklamak için yaptığı bütün bu çabalara rağmen, Calvin, Tanrı'nın iradesine bağlı bir gizem olarak gördüğü kaderi, insanın anlayamayacağını düşünür. Kader konusunda merakını gidermek için yapacağı her teşebbüste insan, çıkış yolunu bulamayacağı bir labirente girecektir.

Siyaset Felsefesi
Calvin'e göre, ruh ile beden, bu dünya ile ebedî âhiret hayatı arasında fark olduğu gibi, insan üzerinde hüküm süren siyasal iktidar ve ruhanî otorite de birbirinden farklıdır. Siyasal iktidar bu dünya ile ilgilidir ve insanların vatandaşlık ve insanlık görevlerini yapmalarını sağlar. Böylece huzurlu ve mutlu bir yaşam sağlanır. Ruhanî otorite ise ruh ile ilgilidir ve insanın Tanrı'yı sevip saymasını temin eder. İnsan bu iki otoriteye de uymak ve onları birbiriyle karıştırmamakla yükümlüdür.
Siyasal iktidar insanlar için ekmek, su, güneş ve hava kadar önemlidir. İnsanların rahat ve mutlu bir şekilde bir arada yaşamalarını sağlayan siyasal iktidarın, aynı zamanda, putperestliği, Tanrı'ya karşı yapılan saygısızlıkları, dine yapılan saldırıları da önlemesi gerekir.
Calvin siyasal iktidarın üç türünden söz eder: Krallık, aristokrasi ve demokrasi. Krallığın zorbalığa, aristokrasinin oligarşiye dönüşmesi mümkündür. Ancak yönetimde meydana gelme olasılığı en yüksek olan durum, demokrasinin isyana dönüşmesidir. Bu hükümet şekilleri arasından aristokrasiyi veya aristokrasi ile demokrasinin birleşimi olan bir sistemi daha üstün gören Calvin, krallık yönetimlerinde insan hatalarının daha ön plâna çıktığı ve bu hataları telafi etmenin daha az muhtemel olduğu kanaatindedir. Hâlbuki birden fazla kişinin yönetimde görev alması durumunda, bu insanların birbirlerini uyarıp düzeltmeleri, birbirlerine yardımcı olmaları mümkündür; böyle bir sistemde yönetimde bulunanlardan biri haksızlık yaptığında ona engel olacak başka kişiler bulunabilir. Aristokrasinin ve aristokrasi- demokrasi karışımı bir sistemin üstünlüğünü hem tecrübe, hem de Kutsal Kitap göstermektedir. Nitekim Kutsal Kitab'a göre, Tanrı, İsrailoğulları arasında aristokrasi-demokrasi karışımı bir sistem kurmuştur.
Calvin yönetimin, yöneticiler, kanunlar ve halk olmak üzere üç unsurdan oluştuğunu düşünür. Ona göre, yöneticileri tayin eden Tanrı'dır ve yöneticiler, yetkilerini Tanrı'dan aldıkları için Kutsal Kitap'ta 'tanrılar' şeklinde adlandırılmışlardır (Çıkış 22: 8). Yöneticiler Tanrı'nın vekili ve temsilcisi olduğuna göre, yöneticilik, sadece meşru ve kutsal değil, aynı zamanda bütün meslekler içinde en kutsal ve en saygın meslektir. Yöneticiler Tanrı'ya sâdık olmalı ve yaptığı işlerde dinî hassasiyetleri daima ön plânda tutmalıdır. Calvin, sadece insanlar için yapılan ve dini göz önünde bulundurmayan kanunların saçma olduğunu iddia eder.
Yönetimin ikinci ayağını, Calvin'in 'sessiz yönetici' veya 'yaşayan hukuk' olarak gördüğü kanunlar oluşturur. Bilindiği gibi, Hıristiyanlık, Yeni Ahit'in yanı sıra Yahudi Kutsal Kitabı'nı (Hristiyanlara göre, Eski Ahit'i) da kabul eder ve ona saygı gösterir. Ancak Eski Ahit içinde pek çok dinî kural bulunmaktadır ve Hıristiyanlığın ilk dönemine damgasını vuran Aziz Pavlus, Yahudi dinî kurallarının yetersizliğini ve geçersizliğini ilan etmiştir. Bu bağlamda, Calvin de Eski Ahit'teki dinî kuralları ele alır ve bunları ahlaki, ibadetle ilgili ve adlî kurallar olmak üzere üçe ayırır. Ahlâkî kurallar, Tanrı'ya inanıp ibadet etmeyi ve insanların birbirlerini sevmelerini içermektedir. Bu, Tanrı'nın ezelî ve değişmez irâdesidir. İbadetle ilgili kurallar, Tanrı'nın, eğitmek maksadıyla Yahudi ulusuna verdiği öğretilerdir. Bu kurallar çocuklara öğretilen kurallar gibidir; çocuk büyüyünce artık ondan bunları uygulaması istenmez. Benzer şekilde, Yahudi ulusuna verilen ibadet kuralları da, İsa Mesih'in gelişiyle birlikte, artık uygulanmasına gerek kalmayan kurallar olmuştur. Adlî kurallar ise, adalet, eşitlik gibi ilkeleri içerir ve insanların bir arada huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamalarını sağlar. Calvin bu kurallar arasında, 'doğal hukukun bir ifadesi' olarak ahlâkî kuralları çok önemser. Bu noktada "Tanrı'nın
Musa aracılığıyla verdiği kanunları yeni kanunlarla değiştirmek, tanrısal kanunlara saygısızlıktır" şeklinde bir düşünce akla gelebilir. Calvin'e göre, böyle bir düşünce doğru değildir; zira yeni yasaların uygulanması, bunların, Tanrı'nın kanunlarından daha üstün olduğunu göstermez. Bu, bir üstünlük meselesi değil, zaman, mekân ve ulusla ilgili bir konudur. Ayrıca, Tanrı, Musa aracılığıyla verdiği kuralların, her toplumda ve her yerde uygulanmasını da istemiş değildir.
Yönetimin üçüncü ayağı olan halk, yöneticilere saygı duymalıdır. Çünkü yöneticiler Tanrı'nın temsilcileri, yöneticilik de Tanrı'nın bir armağanıdır. Halk yöneticilere itaat etmeli ve bu itaatin dürtüsü korku değil, vicdanî bir sevgi olmalıdır. Yöneticilerin verdiği emirlere riayet edilmeli, vergiler ödenmeli, kamu hizmetlerinde görev alınmalı ve ülke savunmasına katkıda bulunulmalıdır. Nitekim Yeni Ahit'te yöneticileri atayanın Tanrı olduğu vurgulanmakta ve yöneticilere karşı gelenin, aslında, Tanrı'ya karşı gelmiş olacağı açıklanmaktadır (Romalılara Mektup, 13:1-2). Burada karşımıza itaatin boyutları sorunu çıkmaktadır. Yöneticilere her zaman itaat edilecek midir? Kötü ve zâlim yöneticilere ya da yöneticilerin âdil olmayan buyruklarına boyun eğilmeli midir? Calvin, 'ülkenin babası', 'halkın çobanı', 'barışın ve iyiliğin koruyucusu' olarak gördüğü yöneticilere itaatin sınırlarını hayli geniş tutmuştur. Ona göre, zâlim yöneticilere bile itaat edilmelidir; zira ne kadar kötü ve zâlim olursa olsun yönetici, yetkisini Tanrı'dan almaktadır. Halkına iyi davranan bir yönetici, Tanrı'nın iyiliğini gösteren bir işaret olduğu gibi, zâlim bir yönetici de, yaptıkları kötülükler nedeniyle o toplumu cezalandırmak için gönderilen bir beladır ve Tanrı'nın öfkesini simgeler. Calvin'e göre, yöneticilere sadece bir durumda itaat edilmemelidir: Yöneticinin emirleriyle Tanrı'nın buyrukları çeliştiğinde, Tanrı'ya itaat önceliklidir. Böyle bir durumda Tanrı'nın buyrukları uygulanacak, fakat yöneticiye karşı bir isyan girişiminde bulunulmayacaktır. Çünkü yöneticileri görevden uzaklaştırmak, halkın değil, Tanrı'nın işidir.
Calvin'in önerdiği devlet yapısı teokratiktir. Teokratik devlet kendisini üç şekilde gösterir: Dinî lider ve devlet başkanının eşit derecede yetkiye sahip olduğu Sezaro-popist teokrasi, dinî liderlerin aynı zamanda devlet başkanı olduğu teokrasiler ve dini liderlerin devleti dolaylı olarak yönettiği teokrasiler. Calvin'in de benimsediği bu son çeşit teokraside, krallar ilahî yetki ile donatılmıştır. Calvin savunduğu teokratik yapının teorisyeni olmakla yetinmemiş, Cenevre'de bu sistemi uygulama fırsatı da bulmuştur. Cenevre'deki uygulamada papazlar, teoloji uzmanları, yaşlılar heyeti ve gönüllüler görev almıştı. Papazlar, Cenevre'deki dini meselelerle ilgilenen beş kişilik bir kadroydu. Teoloji uzmanlarının işi halka dini öğretmekti. Yaşlılar heyeti Şehir Meclisi'nce seçilir ve şehrin işlerini yürütürdü. Gönüllüler ise dinî herhangi bir sıfatı bulunmayan, fakat hastalara, yaşlılara, dullara ve fakirlere yardım eden kimselerdi.

Kaynakça
B.G.ARMSTRONG, “Calvin, John”, The Encyclopedia Of Religion (ed. M. Eliade), New York, Macmillan Publishing Company, 1987, vol. 3, pp. 31-34;
J. CALVIN, Institutes of the Christian Religion (trans. F. L. Battles), vol. I-Il, Philadelphia, The Westminster Press, 1975.
J. CALVIN, On God and Political Duty, London, Collier Macmillan Publishers, 1950;
J. CALVIN, “Hıristiyan Dininin Öğretisi'nden Seçme Parçalar” (çev. Ş. Alpay), Batı'da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar (der. M. Tunçay), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2002;
W. DE GREEF, The Writings of John Calvin (trans. by L. D. Bierma), Baker Books, 1993;
R. J. FEENSTRA, "J. Calvin”, Routledge Encyclopedia of Philosophy, Version 1.0, London, Routledge;
K. H. ÖKTEN, Reformasyon Dönemi Siyasal ve Dinsel Düşünce Tarihine Giriş, Alfa Yayınları, İstanbul 2003;
R. STAÜFFER, Reform (çev. C. Muhtaroğlu), İstanbul, İletişim Yayınları, 1993.
Ayrıca, bkz., DİN FELSEFESİ, HIRİSTİYANLIK.
Share:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

TÜRKİYE'DE DİNLER TARİHİ ÇALIŞMALARI

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

Translate

En Çok Okunanlar

ZAMAN GEZGİNİ