Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı

  • MECRA ATIF SİSTEMİ

    Makaleler ve kitaplar için atıf sistemi

  • MECRA ŞABLONU

    Zotero ve Mendeley programlarında kullanılmak üzere hazırlanmış Mecra şablonunu indirmek için tıklayınız.

Hıristiyanlıkta Evlilik Üzerine Formüller

Hıristiyanlıkta papazlık ve evlilik ilişkisine dair birkaç formül not edeyim. 
Hıristiyan nüfusu ikiye ayırabiliriz: Ruhban (papaz ve keşişler) ve laik (sıradan Hıristiyanlar). 
...
Birinci formül: Katoliklikte, ruhban evlenemez, laik boşanamaz. Papaz veya keşiş ve rahibenin evlenmesi mümkün değildir. Laikler, yani sıradan Hıristiyanlar da evlendikten sonra boşanamazlar. Bu yüzden herhangi bir iş veya başka türden birlikteliklerde "Katolik nikahı gibi olsun" denilir; yani hiç ayrılmayalım, demektir. 
***
İkinci formül: Katoliklikte evli bir adam, sonradan papaz olmak isterse, öncelikle hanımıyla papaz olmalıdır. Yani onunla fiilen ayrılmalıdır. Fiilen demek durumundayız, birinci formülde bahsedildiği üzere, Katoliklikte boşanma yok. Papaz da olmak isteseniz, karınızdan boşanamazsınız. Böyle bir durumda, kadın, bir manastırda rahibe olarak yaşamaya razı olmalı; ancak daha sonra erkek de kendini fiilen "bekar" biri olarak papazlık mesleğine adayabilir. 
****
Üçüncü formül: Ortodokslukta evli adam papaz olabilir, ama papaz evlenemez. Eğer papaz olmadan önce evlenmişseniz, evli olarak papazlığa başlarsınız. Ama kilise hiyerarşisinde daha yukarı çıkamazsınız. Eğer bekârken papazlığa başlamışsanız, papaz olduğunuz sürece evlenemezsiniz.
Share:

Papaz, Rahip, Pastör

Rahip Brunson
Papaz Brunson
Pastör Brunson.
***
Efendim, papaz Hıristiyan din adamına verilen addır. "Baba" kökünden gelir. Peder efendi ile aynı anlamda. Katolik ve Ortodoks kiliselerinde papaz, kiliseye kendisini vakfetmiş kişidir. Papaz, dinî bir eğitimden geçtikten sonra, kilise otoritesince görevine atanır. Evlenmez.

Rahip, bir kavram kargaşası olarak bizde papazın yerine kullanılmış. Aslında rahip veya rahibe, Hıristiyanlıkta öncelikle Hıristiyan keşişini ifade eder. Onlar da kendilerini manastırdaki dinî hayata adamışlardır. Evlenmezler.

Bizim literatürde "İslam'da ruhban sınıfı yoktur" derken, öncelikle anlamamız gereken, herhalde bir manastıra çekilip, evlenmeden, çoluk çocuk sahibi olmadan hayat sürme anlayışıdır. Bununla birlikte, papazlar da evlenmedikleri ve kendilerini kiliseye adadıkları için, belki onları da ikinci derecede ifade eder.

Pastör, Protestan din görevlisinin adıdır. Ne rahiptir ne de papaz. Pastörün mutlaka resmî bir dinî bir eğitim alma zorunluğu olmaz. Evlenebilir...

---

Şimdi bu Brunson efendi, Evanjelik, yani Protestan. Evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş. O yüzden onun adı Pastör efendim. 
Büyük büyük televizyon kanallarına, ismi büyük gazetecilere duyurulur...
Share:

Ilahiyat Studies için Zotero ve Mendeley Şablonları

Ülkemizde İngilizce olarak ilahiyat alanıyla ilgili makaleler yayımlayan Ilahiyat Studies'in yazım kurallarına uygun olarak hazırladığım Zotero ve Mendeley şablonları Zotero'nun şablon deposunda kullanıma açıldı. 

Hayırlı olsun.

Zotero şablon deposuna ulaşmak için tıklayınız.
Share:

Kitap Tanıtımı: Doğudan Batıya, Annemarie Schimmel

Çev. Ömer Enis Akbulut (İstanbul: Sufi Kitap, 2017)

Özet: Doğudan Batıya, Annemarie Schimmel’in Orient and Occident: My Life in East and West isimli otobiyografi kitabının Türkçe çevirisidir. Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. Schimmel Almanya’da Marburg, Türkiye’de Ankara ve ABD’de Harvard üniversitelerinde hocalık yapmış; İsveç, Hollanda, İsviçre, ABD, Türkiye, Kuveyt, Bahreyn, Suriye, Ürdün, Mısır, Sudan, Tunus, Fas, Yemen, Suudi Arabistan, İran, Afganisan, Orta Asya, Pakistan, Hindistan, Endonezya ve daha pek çok ülkeyi gezip görmüş ve gezdiği yerlerde meşhur ve önemli kişilerle tanışmıştır. Tasavvuf, İslamî edebiyat ve sanatlarda otorite kabul edilen Schimmel, otobiyografisinde hayatı, gezdiği ülke ve şehirler ve tanıdığı kişiler hakkında dikkat çekici ve ilginç bilgiler vermektedir. Bu tanıtım yazısı aynı zamanda kitabın çevirisinde görülen bazı yanlışlara da işaret etmektedir. 
İslam tarihi ve sanatları ve dinler tarihi başta olmak üzere ilahiyat alanında çalışan bilhassa genç akademisyen ve araştırmacıların dikkatine...

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/458721
Share:

Fuat Sezgin'in Ardından


Bilimler tarihçisi Fuat Sezgin, 
Biri varsa bu çağda, 
Âlim denmeye layık, 
Hiç şüphesiz, o sendin.

---

Sefer Turan'ın kendisiyle yaptığı röportajdan bir bölüm: 
...
İlmin Dar Kapısından Giriş

Turan: Sayın Prof. Dr. Fuat Sezgin. Hocam, sizi ve fikirlerinizi tanıyacağız. Frankfurt’ta gerçekleştirdiğiniz ve İstanbul’a da taşıdığınız çok önemli projeleriniz var. Onları sizden, birinci elden duymaya çalışacağız. Ama öncelikle dilerseniz, biraz zât-ı âlinizi tanıyalım... 1924’te Bitlis’te doğdunuz. İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci iken 1960 yılında Almanya’ya gitmek durumunda kaldınız. O günlerden biraz bahsedebilir misiniz?

Sezgin: 1943 yılında akrabalarımdan biri beni Edebiyat Fakültesi’ne götürdü. Hâlbuki ben mühendis olma sevdası peşindeydim. O zaman büyük bir Alman âlim vardı. Arapçayı çok iyi bilirdi. Bana “seni onun seminerine götürmek istiyorum” dedi. Ben de “gidelim” dedim ve o büyük âlimin seminerine gittim. O gün o büyük âlim beni adeta büyüledi. Ben artık mühendis olmayı veya başka bir mesleğin peşinde koşmayı kafamdan çıkardım. O büyük âlimin talebesi olmayı düşünüyordum. Kayıt zamanı geçmişti ama gecikmeli de olsa, dekana gittim. Bir şans eseri dekanın odasında bulunduğum sırada o büyük âlim de odaya girdi, iri yarı bir adamdı. Durdu. Dekanla konuşmamın bitmesini bekledi. Dekan ona “Oo... Ritter Bey... ” dedi. “Sizin talebeniz olma başvurusunda bulunan bir insanla konuşuyorum” dedi. Hoca bana şöyle bir baktı, “Galiba bu benim dünkü seminerimdeydi” dedi.

Turan: Yani o kadar kişi arasında sizi hatırladı.

Sezgin: Hayır o kadar çok kişi yoktu. Onun seminerlerine sadece 3-4 kişi giderdi. Çünkü zor bir adamdı. Seminerlerinden kaçardı talebeler. Çok zaman tek bir talebe olarak katıldığımı hatırlarım. Bana, “Gelin, biraz konuşalım. Çok zor bir şeye talipsiniz. Arapça öğrenmelisiniz. Ben de zor bir hocayım. Benim talebelerim hep benden kaçar, biliyor musunuz?” dedi. “Biliyorum, bana bunları anlattılar. Ben bunlara rağmen bu tehlikeye girmek istiyorum” dedim. Güldü, “peki” dedi. Böylece onun talebesi oldum, ikinci hafta seminerine gittiğimde 3 dakika gecikmiştim. Cebinden altın saatini çıkardı ve bana göstererek; “3 dakika geciktiniz, bu bir daha tekerrür etmemelidir!” dedi. Ben ona sadece, “tamam” demekle kalmadım, hakikaten o günden itibaren bütün hayatımda randevularıma gecikmeme prensibine azami dikkat ettim. Galiba o günden bugüne, belki size tuhaf gelir ama sadece üç randevuya, yani 1943’ten bugüne kadar üç randevuya zamanında ulaşamamanın ıstırabım yaşıyorum! Böyle bir hocanın talebesi olma şansına sahip oldum. Nedense bu adam beni büyülemişti ve kendinden önceki bilge kişilerin bilgilerini bana aktardığını hissetmeye başladım. Hiç not tutmazdım. O söylerdi, ben de söylediklerini kafama yazardım. İnanır mısınız anlattıklarının büyük kısmı hâlâ bu kafamda taşınmaktadır.

Turan: Hocam çok af edersiniz... Bir şeyi çok merak ettim. “Ritter’i dinlediğimde, mühendis olmaktan vazgeçtim, beni büyüledi” dediniz. Sizi büyüleyen ne idi? Belki de hayatınızdaki şifre bu olsa gerek. Ritter sizi hangi yönden etkiledi?

Sezgin: O adam büyük Avrupalı oryantalistlerin belki en büyüğüydü. Bu büyük oryantalistler arasında farklı bir tipti. Beni çok etkilemişti. Bu etkilenmeyi size bütün manasıyla aktarabilmem mümkün değil.

Turan: Peki hocam... Hocanız Ritter sizden Arapça öğrenmenizi istiyor ve 6 ay eve kapanıyorsunuz ve Arapçayı öğreniyorsunuz.

Sezgin: Ben zaten Arapça öğrenmeye başlamıştım. Ama hiçbir mesafe kaydetmiyordum. Bütün gayretlerime rağmen hocam benden memnun değildi ilk aylarda. 1943 yılıydı. Almanlar, Bulgaristan’a girmişlerdi. Bizim hükümet, bütün üniversiteleri, mektepleri tatil etti. Hocam bana dedi ki: “Şimdi elinizde bir fırsat var. 6 aylık bir tatiliniz olacak, bu zaman içerisinde Arapçayı öğrenin.” Ben de zaten öyle düşünüyordum. Fakat bu söz bana çok tesir etti. Hakikaten 6 ay kendimi Arapça öğrenmeye verdim. Evimizde babamdan kalma 30 ciltlik bir Taberî Tefsiri vardı. Onu okumaya başladım. Başlangıçta anlamıyordum. Türkçe tefsirlerle karşılaştırarak, yavaş yavaş tefsirin içine girmeye çalıştım. Günde aşağı yukarı 17 saat çalışıyordum. Erken kalkıyordum, gece geç yatıyordum, evden hemen hemen hiç çıkmıyordum. 6 ay sonra Taberî Tefsiri’nin 30 cildini bitirmiş oldum. Başlangıçta hemen hemen hiç anlayamadığım bu tefsiri 6 ayın sonunda gazete gibi okuyordum. O hızla, yani 17 saatlik bir tempoyla çalışırsanız bunu siz de başarırsınız, bundan eminim. Sonbahardı, hocama gittim, ilk ders seminerinde bazı Alman âlimler, profesörler vardı. Hocam önüme Gazzalî’nin İhya’sını koydu ve “Okuyun bakalım!” dedi. Okudum. Gazzalî benim için artık belki bir mesele değildi. Hocam bana baktı, gülümsedi, sevindi, mesuttu. Orada beni biraz methetti. Benim için o an, hayatımın unutulmaz anıydı. Arapçada artık kitapları okuyabilecek hale gelmiştim. Artık başka dillere başvurmak lâzımdı!
Share:

TÜRKİYE'DE DİNLER TARİHİ ÇALIŞMALARI

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

Translate

En Çok Okunanlar

ZAMAN GEZGİNİ