-
MECRA ATIF SİSTEMİ
Makaleler ve kitaplar için atıf sistemi
-
MECRA ŞABLONU
Zotero ve Mendeley programlarında kullanılmak üzere hazırlanmış Mecra şablonunu indirmek için tıklayınız.
İsmail Kıllıoğlu 2
İlahiyat Fakültelerinde felsefe derslerine çok önem ve yer verildiğine ilişkin öfkeli söylemlere karşın, felsefe dersleri İlahiyat Fakültelerinde daima üvey evlat muamelesi görmüştür. Bu biraz felsefede ele alınan konuların ilahiyat öğrencilerine uzak biraz da zor gelmesinden kaynaklansa gerektir.
Bizim öğrenciliğimiz zamanında da öyleydi. Felsefe tarihi dersini takip etmekte zorlanırdık. Hocamız belli bir seviyeyi korumaya çalışarak dersi anlatır; ders esnasında veya sonunda soru sormamıza izin verirdi.
Felsefe altyapısı iyi olmayan ve çoğunluğu itibariyle felsefeye ilgi de duymayan öğrencilerden müteşekkil sınıfımızda sorulan sorular da oldukça basit olurdu. Bir matematik profesörüne üçgenin iç açıları toplamını sormak gibiydi, felsefe tarihi hocamıza derste sorduğumuz sorular.
Pek çok başka derste ve hocada örneğini gördüğümüz gibi, hocamız "bu nasıl soru?" diye söze başlayarak bizi aşağılayabilir, hatta hakaret de edebilirdi. Ama hocamız bizim seviyesi yerlerde gezen sorularımıza büyük bir ciddiyetle cevap verirdi. Ardından, "Eğer şöyle soracak olursanız..." veya "Eğer şunu soracak olursanız..." diye yeni bir bahis açarak, o günkü dersle ilgili asıl sorulması gerekenleri bize açıklardı.
Felsefe Tarihi hocamız İsmail Kıllıoğlu'ndan aklımda kalan bu ikinci hayat dersidir: Öğrencini/muhatabını küçümseme, ona hakaret etme. Bilakis kendisini değerli hissetmesini sağla. Ama zerafet ve nezaketle asıl yapılması, sorulması, görülmesi gerekeni de açıkla.
Bize dersini mümkün olabilecek en yüksek düzeyde anlatırken, edebi, zerafeti ve küçüklere bile saygı göstermeyi öğreten hocam! İki cihanda aziz ve bahtiyar olasınız.
Bizim öğrenciliğimiz zamanında da öyleydi. Felsefe tarihi dersini takip etmekte zorlanırdık. Hocamız belli bir seviyeyi korumaya çalışarak dersi anlatır; ders esnasında veya sonunda soru sormamıza izin verirdi.
Felsefe altyapısı iyi olmayan ve çoğunluğu itibariyle felsefeye ilgi de duymayan öğrencilerden müteşekkil sınıfımızda sorulan sorular da oldukça basit olurdu. Bir matematik profesörüne üçgenin iç açıları toplamını sormak gibiydi, felsefe tarihi hocamıza derste sorduğumuz sorular.
Pek çok başka derste ve hocada örneğini gördüğümüz gibi, hocamız "bu nasıl soru?" diye söze başlayarak bizi aşağılayabilir, hatta hakaret de edebilirdi. Ama hocamız bizim seviyesi yerlerde gezen sorularımıza büyük bir ciddiyetle cevap verirdi. Ardından, "Eğer şöyle soracak olursanız..." veya "Eğer şunu soracak olursanız..." diye yeni bir bahis açarak, o günkü dersle ilgili asıl sorulması gerekenleri bize açıklardı.
Felsefe Tarihi hocamız İsmail Kıllıoğlu'ndan aklımda kalan bu ikinci hayat dersidir: Öğrencini/muhatabını küçümseme, ona hakaret etme. Bilakis kendisini değerli hissetmesini sağla. Ama zerafet ve nezaketle asıl yapılması, sorulması, görülmesi gerekeni de açıkla.
Bize dersini mümkün olabilecek en yüksek düzeyde anlatırken, edebi, zerafeti ve küçüklere bile saygı göstermeyi öğreten hocam! İki cihanda aziz ve bahtiyar olasınız.
İsmail Kılloğlu 1
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde galiba 3. sınıftaydım. 1994 yılı olmalı. Hocamız derse geldi. Kürsüsüne oturup ders notlarını hazırladıktan sonra, derse başlamak üzere başını kaldırdı. Yüzünde sanki bir kara bulut dolaştı bir anda. Neşesini kaybetti mi, bize mi öyle geldi, yoksa ben mi şimdi öyle hatırlıyorum, emin değilim. Bakışı öğretmen masasının hemen önündeki ilk sırada oturan öğrenciye takıldı. Öğrenci arkadaşımız elindeki gazeteyi çarşaf gibi bir güzel açmış hiç istifini bozmadan okuyordu.
Hocanın bir öfke patlaması yaşayacağını, celallenip bağıracağını ve belki de öğrenciyi dersten kovacağını düşünüyor/bekliyorduk.
Derin bir nefes aldı hocamız ve gazete okuyan öğrenciye dönerek "Bir habere mi takıldın evladım" dedi, "Ben de bazen okuduğum bir yazıya dalar, etrafımı unuturum. Eğer böyle bir yazıysa okuduğun, seni bekleyebilirim."
Ne zerafetti yâ Rabbi!
Öğrenci hemen toparlandı, özür diledi. Ders huzurla başladı.
Bize hem felsefeyi hem edep ve zerafeti hem de sınıf yönetimini öğreten hocamız İSMAİL KILLIOĞLU idi.
Onun şahsında tüm öğretmenlerime hayırlı uzun ömürler dilerim. Merhum hocalarıma Rabbim merhametiyle muamele eylesin.
Bize bu dünyada rehberlik eden tüm hocalarıma, dünyada ve ahirette Kur'ân rehber olsun; iki cihanda aziz ve bahtiyar olsunlar.
http://www.biyografya.com/biyografi/10278
Hocanın bir öfke patlaması yaşayacağını, celallenip bağıracağını ve belki de öğrenciyi dersten kovacağını düşünüyor/bekliyorduk.
Derin bir nefes aldı hocamız ve gazete okuyan öğrenciye dönerek "Bir habere mi takıldın evladım" dedi, "Ben de bazen okuduğum bir yazıya dalar, etrafımı unuturum. Eğer böyle bir yazıysa okuduğun, seni bekleyebilirim."
Ne zerafetti yâ Rabbi!
Öğrenci hemen toparlandı, özür diledi. Ders huzurla başladı.
Bize hem felsefeyi hem edep ve zerafeti hem de sınıf yönetimini öğreten hocamız İSMAİL KILLIOĞLU idi.
Onun şahsında tüm öğretmenlerime hayırlı uzun ömürler dilerim. Merhum hocalarıma Rabbim merhametiyle muamele eylesin.
Bize bu dünyada rehberlik eden tüm hocalarıma, dünyada ve ahirette Kur'ân rehber olsun; iki cihanda aziz ve bahtiyar olsunlar.
http://www.biyografya.com/biyografi/10278
Dinle Yarışmaya Çalışan Ulu Hocalar!
Satrancı, ney'i, Allah'ın helal kıldığı yiyecekleri gençlere yasaklayan; hanımları sadece siyah renk elbise giymeye, peçe takmaya ya da çarşafa mecbur eden, huzuru değil, huzursuzluğu tercih ve terviç eden ulu hocalar! İstikbalin genç Müslüman deistleri sizin eseriniz olacaktır.
...
Tebessüm öfke kadar ve sevgi nefret kadar prim yapmıyor, ne yazık ki!
...
Yangın var deyip mumla adam arayan İsmail Bey'e kulak verin, lütfen.
...
Tebessüm öfke kadar ve sevgi nefret kadar prim yapmıyor, ne yazık ki!
...
Yangın var deyip mumla adam arayan İsmail Bey'e kulak verin, lütfen.
İnşaat değil, inşa
İnşaat değil, inşa et.
Tarihi, kültürü, ilmi, sanatı, edebiyatı, şehri ve istikbali inşa et.
Yetişir artık bu kadar inşaat.
Tarihi, kültürü, ilmi, sanatı, edebiyatı, şehri ve istikbali inşa et.
Yetişir artık bu kadar inşaat.
Nisa 46
"Kelimeleri yerlerinden oynatıyorlar" değil.
"Kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar" değil.
"Kelime oyunu yaparlar" veya "Laf çarptırırlar"
"Kelime oyunlarıyla laf çarptırırlar."
ya da
"Kelimelerin anlamını çarpıtırlar".
"Kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar" değil.
"Kelime oyunu yaparlar" veya "Laf çarptırırlar"
"Kelime oyunlarıyla laf çarptırırlar."
ya da
"Kelimelerin anlamını çarpıtırlar".
Âyetin devamında bunun örnekleri veriliyor. "Semi'nâ ve eta'nâ" (işittik ve itaat ettik) yerine "semi'nâ ve asaynâ" (işittik ve isyan ettik), "dinledik" yerine "dinledik ya, dinlemez olası" gibi birtakım kelime oyunlarıyla laf sokuşturmak isteyen Yahudilerden bahsediliyor.
Bu nedenle, âyetin çevirisini şöyle yapmak mümkündür:
"Bazı Yahudiler, dine saldırmak maksadıyla dillerini eğip bükerek «işittik ve isyan ettik!», «Dinle, a dinlemez olası!» ve «Râinâ» diyerek kelime oyunlarıyla laf çarptırırlar."
الله أعلم بالصوابBu nedenle, âyetin çevirisini şöyle yapmak mümkündür:
"Bazı Yahudiler, dine saldırmak maksadıyla dillerini eğip bükerek «işittik ve isyan ettik!», «Dinle, a dinlemez olası!» ve «Râinâ» diyerek kelime oyunlarıyla laf çarptırırlar."
Zan ve Gıybet
Terliyken soğuk su içmek ya da sıcaktan bunalıp cereyanda oturmak gibidir zan ve gıybet. İlk anda çok tatlı, ama sonucu daima felaket.
Bizde Neden Garbiyat Enstitüleri Yok
Şarkıyatçının iki büyük açmazı vardır: İslam’ı tam ve doğru sunduğunda, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan sonra gelmiş olan bu dinin, okuyucusuna cazip gelmesinden korkar. İkincisi, İslam’ı ve diğer doğu din ve kültürlerini araştırma süreci, batılı devletlerin emperyalist devlet politikalarıyla eş zamanlı ortaya çıkıp geliştiği için, çoğu oryantalist şu veya bu şekilde sömürgecilikle irtibatlıdır veya iş tutmuştur. Bu iki açmaz şarkıyatçının en büyük zorluklarıdır ve bu iki cendereden çıkıp kurtulabilen şarkıyatçı sayısı gerçekten çok azdır.
Bununla birlikte, kendisi için en büyük zorluklar olarak belirttiğimiz bu iki husus, gariptir ki, şarkıyatçıya en büyük fırsatı da altın bir tepsi içinde sunmaktadır. İslam’ı tam ve doğru sun(a)madığı için şarkıyatçının çalışması, misyonere bir el kitabı olur. Sömürgecilikle iş tutması nedeniyle, devlet, emperyalist yayılmacılığını genişletmek ve sürdürmek için şarkıyatçının sağladığı bilgilere ihtiyaç duyar. Hem misyoner kilise teşkilatlarının hem de devlet erkinin desteğini arkasına alabilmiştir şarkıyatçı. Bu nedenle, Avrupa ve Amerika’nın pek çok şehrinde Şarkıyat, İslam, Ortadoğu, Hint, Çin vb. alanlara odaklanmış sayısız enstitü açılmış ve büyük bütçelerle desteklenmiştir. Bütçe sıkıntısı nedir bilmeyen bu enstitü ve merkezler, istedikleri kitapları getirtebilmişler, istedikleri kadar eleman istihdam edebilmişler ve bu elamanlarını çalışma yapacakları ülkelerde araştırma yapmak veya yerel dilleri öğrenmek için uzun süreli destekle
mişlerdir.
Batıda kilise, devlet ve üniversite desteği alan yüzlerce Şarkıyat ve İslam enstitüleri (veya benzer kurumlar) olmasına karşın, bizde kaç tane Garbiyat Enstitüsü vardır? Kaç tane Yahudilik Araştırmaları Merkezi, Hıristiyanlık Araştırmaları Merkezi ya da İsrail Araştırmaları Merkezi bulunmaktadır? Durum tahmin ettiğiniz kadar kötü değil. Tahmininizin de ötesinde vahim. Cevap: Sıfır. Evet, Türkiye’de bu konularda çalışan enstitüsü sayısı sıfır. Neden? Çünkü Yahudilik veya Hıristiyanlık veya Batı üzerine bir enstitüye bütçe desteği verebilecek ne misyoner kilise teşkilatımız ne emperyalist politikalar güden bir devletimiz ne de dış politikasını belirlerken bilimsel araştırmalardan ve verilerden yararlanmak gereğine inanan bir anlayışımız var. Bu tür enstitülerin açılması durumunda, bu kurumlara en çok muhafazakâr camianın bazı (belki de çoğu) kesimlerinin karşı çıkacağını tahmin etmek de zor değil. Hâlbuki bu enstitüleri kurmadan ne evrensel bir güç olabilir ne de sağlıklı bir dış politika üretebiliriz.
Edward Said “Şarkıyatçılığa tepki Garbıyatçılık olmamalı” derken muhtemelen yanılıyordu. Zira garbıyatçının ne misyonerlik teşkilatlarının ne de emperyalist devletin hizmetkârı, yardımcısı ve destekçisi olmadığını/olamayacağını gözden uzak tutuyordu. Ayrıca, şarkıyatçının sahip olduğu kilise ve devlet desteğine, muazzam bütçe ve büyük kurumlara, garbıyatçının hiç sahip olmadığını, belki de asla sahip olamayacağını da yine görememişti.
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Tevrat ve İncil’in Tahrifi Meselesine Bakışı
Uluslararası İmâm Mâtürîdî ve Te'vîlâtü'l-Kur'ân Sempozyumu, bu Cuma ve Cumartesi (02-03.11.2018) İstanbul'da Marmara İlahiyat Fakültesi'nde gerçekleşiyor.
"Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Tevrat ve İncil’in Tahrifi Meselesine Bakışı" isimli bildirim Cumartesi günü 09:30 oturumunda :)
Sempozyum Programı (pdf)