Ağır gelen nefsimize yük değil gamdı.
Ayırmayan için hârını bahârından,
Dünyadan alınacak sadece bir kâmdı.
---
Şiirin ilham kaynağı, Bilal Kemikli hocamızın şu İmsakiyesidir.
İmsakiye 2017
İkinci gün
Ramazanda en güzel iftar ailenizle yaptığınız iftardır. Çoluk çocukla beraber olmak, eski hatıraların eşliğinde sofrayı muhabbete dönüştürmek pek hoştur.
Cümle ahbâb ve yârânın huzur içinde ailesiyle iftar sofralarında buluşmalarını niyaz ederim. Huzurla kurulsun sofralar, huzurla açılsın muhabbet…
Bugün bahçeye çıkalım, köye gidelim dedik. Ekilecek birkaç domates fidesi var. Onları ekelim, sulanacak fidanları sulayalım. Sonra bir kır sofrası kurup, orada iftar edelim… Toprağa dokunmak, esen rüzgârın ve yıldızların eşliğinde semaverde çay demini alırken muhabbeti demlemek güzeldir. Bu güzellikler beni gene çocukluğumun ramazanlarına alıp götürdü. Yaz ramazanlarına…
Yazın köye gittiğimizde, ramazan günleri de olsa hayat devam ederdi. Tarlada ekinler biçilecek, bahçede çapa yapılacak, harmanda düven sürülecek, sürüden geriye kalan hasta koyun ve tohlular yayılacak, öğle saatinde koyunları sağmak için sürünün bulunduğu yere gidilecek, sütler sağılacak, yoğurt mayalanacak, yayık yayılacak, ayran ve tereyağı çıkarılacak… Bütün bu işler arasında bir de iftar sofrası hazırlanacak.
Yaz sıcağı, iş ve koşuşturma arasında terliyor, su kaybediyorsunuz. Hararetiniz daha da artıyor… Akşamı yemekten ziyade bir tas suyun arzusuyla akşama eriyorsunuz. İftar sofrası, o vakitler bir tas su idi. O bir tas serin suyun sofraya gelmesi için de uzun bir çaba gerekiyordu. Daha doğrusu biz çocukların iftara bir saat kala köyün en serin pınarından testileri doldurma görevimiz olurdu. Bu serin pınar her gün aynı çeşme olmazdı. Kalkar köye yarım saatlik mesafede bulunan pınarlara giderdik. Pınarda testiyi doldurmak güzeldir; lakin dönüş yolunda dolan testiyi taşımak güçtür... Dura dura yol alır, türküler çığırır, neşeyle yükü hafifletirdik. Şimdi anlıyorum, yük değildir ağır olan; ağır olan, gam ve kasavet… Keder. Endişe. Kaygı. O çocuk halimizle biz yolu neşeyle alır, serin su bekleyen hane halkına sâkilik yapardık.
Bu iftar, toprağı işleme günüydü… Zaten Ramazan, insan toprağını işleme mevsimidir. Oruç, içimizdeki bahçeye dokunuyor, gönlümüze şenlik veriyor. Bu şenliği şehrin dar koridorlarında, salon iftarlarında idrak etmek kolay değildir. Kalkıp bir dere kenarına, belki bir dağın başına veya bir ovaya çıkıp yıldızların altında iftar sofrasını kurmalı. Ateş böceklerinin ve yıldızların ışıkları altında, cırcır böceklerinin ve yaprakları okşayan rüzgâr orkestrasının eşliğinde iftara kavuşmak… Huzura kavuşmak, şenliğe ermek! Evet, Ramazan, huzur ve şenlik mevsimidir. İçimizdeki şehrin huzuru, içimizdeki âlemin şenliği…
İkinci gün
Ramazanda en güzel iftar ailenizle yaptığınız iftardır. Çoluk çocukla beraber olmak, eski hatıraların eşliğinde sofrayı muhabbete dönüştürmek pek hoştur.
Cümle ahbâb ve yârânın huzur içinde ailesiyle iftar sofralarında buluşmalarını niyaz ederim. Huzurla kurulsun sofralar, huzurla açılsın muhabbet…
Bugün bahçeye çıkalım, köye gidelim dedik. Ekilecek birkaç domates fidesi var. Onları ekelim, sulanacak fidanları sulayalım. Sonra bir kır sofrası kurup, orada iftar edelim… Toprağa dokunmak, esen rüzgârın ve yıldızların eşliğinde semaverde çay demini alırken muhabbeti demlemek güzeldir. Bu güzellikler beni gene çocukluğumun ramazanlarına alıp götürdü. Yaz ramazanlarına…
Yazın köye gittiğimizde, ramazan günleri de olsa hayat devam ederdi. Tarlada ekinler biçilecek, bahçede çapa yapılacak, harmanda düven sürülecek, sürüden geriye kalan hasta koyun ve tohlular yayılacak, öğle saatinde koyunları sağmak için sürünün bulunduğu yere gidilecek, sütler sağılacak, yoğurt mayalanacak, yayık yayılacak, ayran ve tereyağı çıkarılacak… Bütün bu işler arasında bir de iftar sofrası hazırlanacak.
Yaz sıcağı, iş ve koşuşturma arasında terliyor, su kaybediyorsunuz. Hararetiniz daha da artıyor… Akşamı yemekten ziyade bir tas suyun arzusuyla akşama eriyorsunuz. İftar sofrası, o vakitler bir tas su idi. O bir tas serin suyun sofraya gelmesi için de uzun bir çaba gerekiyordu. Daha doğrusu biz çocukların iftara bir saat kala köyün en serin pınarından testileri doldurma görevimiz olurdu. Bu serin pınar her gün aynı çeşme olmazdı. Kalkar köye yarım saatlik mesafede bulunan pınarlara giderdik. Pınarda testiyi doldurmak güzeldir; lakin dönüş yolunda dolan testiyi taşımak güçtür... Dura dura yol alır, türküler çığırır, neşeyle yükü hafifletirdik. Şimdi anlıyorum, yük değildir ağır olan; ağır olan, gam ve kasavet… Keder. Endişe. Kaygı. O çocuk halimizle biz yolu neşeyle alır, serin su bekleyen hane halkına sâkilik yapardık.
Bu iftar, toprağı işleme günüydü… Zaten Ramazan, insan toprağını işleme mevsimidir. Oruç, içimizdeki bahçeye dokunuyor, gönlümüze şenlik veriyor. Bu şenliği şehrin dar koridorlarında, salon iftarlarında idrak etmek kolay değildir. Kalkıp bir dere kenarına, belki bir dağın başına veya bir ovaya çıkıp yıldızların altında iftar sofrasını kurmalı. Ateş böceklerinin ve yıldızların ışıkları altında, cırcır böceklerinin ve yaprakları okşayan rüzgâr orkestrasının eşliğinde iftara kavuşmak… Huzura kavuşmak, şenliğe ermek! Evet, Ramazan, huzur ve şenlik mevsimidir. İçimizdeki şehrin huzuru, içimizdeki âlemin şenliği…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder