İlahiyat Fakültelerinde felsefe derslerine çok önem ve yer verildiğine ilişkin öfkeli söylemlere karşın, felsefe dersleri İlahiyat Fakültelerinde daima üvey evlat muamelesi görmüştür. Bu biraz felsefede ele alınan konuların ilahiyat öğrencilerine uzak biraz da zor gelmesinden kaynaklansa gerektir.
Bizim öğrenciliğimiz zamanında da öyleydi. Felsefe tarihi dersini takip etmekte zorlanırdık. Hocamız belli bir seviyeyi korumaya çalışarak dersi anlatır; ders esnasında veya sonunda soru sormamıza izin verirdi.
Felsefe altyapısı iyi olmayan ve çoğunluğu itibariyle felsefeye ilgi de duymayan öğrencilerden müteşekkil sınıfımızda sorulan sorular da oldukça basit olurdu. Bir matematik profesörüne üçgenin iç açıları toplamını sormak gibiydi, felsefe tarihi hocamıza derste sorduğumuz sorular.
Pek çok başka derste ve hocada örneğini gördüğümüz gibi, hocamız "bu nasıl soru?" diye söze başlayarak bizi aşağılayabilir, hatta hakaret de edebilirdi. Ama hocamız bizim seviyesi yerlerde gezen sorularımıza büyük bir ciddiyetle cevap verirdi. Ardından, "Eğer şöyle soracak olursanız..." veya "Eğer şunu soracak olursanız..." diye yeni bir bahis açarak, o günkü dersle ilgili asıl sorulması gerekenleri bize açıklardı.
Felsefe Tarihi hocamız İsmail Kıllıoğlu'ndan aklımda kalan bu ikinci hayat dersidir: Öğrencini/muhatabını küçümseme, ona hakaret etme. Bilakis kendisini değerli hissetmesini sağla. Ama zerafet ve nezaketle asıl yapılması, sorulması, görülmesi gerekeni de açıkla.
Bize dersini mümkün olabilecek en yüksek düzeyde anlatırken, edebi, zerafeti ve küçüklere bile saygı göstermeyi öğreten hocam! İki cihanda aziz ve bahtiyar olasınız.
Bizim öğrenciliğimiz zamanında da öyleydi. Felsefe tarihi dersini takip etmekte zorlanırdık. Hocamız belli bir seviyeyi korumaya çalışarak dersi anlatır; ders esnasında veya sonunda soru sormamıza izin verirdi.
Felsefe altyapısı iyi olmayan ve çoğunluğu itibariyle felsefeye ilgi de duymayan öğrencilerden müteşekkil sınıfımızda sorulan sorular da oldukça basit olurdu. Bir matematik profesörüne üçgenin iç açıları toplamını sormak gibiydi, felsefe tarihi hocamıza derste sorduğumuz sorular.
Pek çok başka derste ve hocada örneğini gördüğümüz gibi, hocamız "bu nasıl soru?" diye söze başlayarak bizi aşağılayabilir, hatta hakaret de edebilirdi. Ama hocamız bizim seviyesi yerlerde gezen sorularımıza büyük bir ciddiyetle cevap verirdi. Ardından, "Eğer şöyle soracak olursanız..." veya "Eğer şunu soracak olursanız..." diye yeni bir bahis açarak, o günkü dersle ilgili asıl sorulması gerekenleri bize açıklardı.
Felsefe Tarihi hocamız İsmail Kıllıoğlu'ndan aklımda kalan bu ikinci hayat dersidir: Öğrencini/muhatabını küçümseme, ona hakaret etme. Bilakis kendisini değerli hissetmesini sağla. Ama zerafet ve nezaketle asıl yapılması, sorulması, görülmesi gerekeni de açıkla.
Bize dersini mümkün olabilecek en yüksek düzeyde anlatırken, edebi, zerafeti ve küçüklere bile saygı göstermeyi öğreten hocam! İki cihanda aziz ve bahtiyar olasınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder