Eleştiren ve eleştirilen iki tarafın da bilmesi gereken önemli ilkedir bu.
Eleştirilen iyi niyetli eleştiriyi hüsn-ü kabul ile karşılayacak, değer verecek. Velev ki, değersiz, önemsiz ve dahi lüzumsuz bir eleştiri bile olsa, eleştireni kırmayacak. Bilecek ki, eleştiren, kendi iyiliği için değil, eleştirilenin iyiliği ve gelişimi için bir şeyler söylemeye çalışıyor. Müslümanlar olarak bizim, belki tüm şark insanlarının kendilerine yönelik eleştirileri bir hakaret gibi algılayarak konuyu bir kişilik meselesi haline getirmesi az görünen bir şey olmasa gerektir. Halbuki en bahtsız insanlardan biri de, kendisini eleştirecek, yanlış yaptığını kendisine fısıldayacak, söyleyecek veya haykıracak bir dost, arkadaş veya yakından mahrum kalan kişidir. Böylesi kendisini uyaracak bir dosta sahip olmadığı için hep doğru yaptığını sanacak, hatalarına devam edip duracaktır. Öte yandan, eleştiriye açık olan akıllı insanlar yanlışlarını derhal öğrenebilecek ve gerekli iradeye sahipseler bu yanlışlarından dönebileceklerdir. Bu nedenle, gerek bireyin, gerekse yönetim mevkiinde olanların, kendilerini eleştiren insanları en yakınlarında tutmaları kendi menfaatleri ve hayırları açısından hayati önem taşır. Kişisel, kurumsal ve millî gelişmeler olumlu eleştirilerin dikkate alınması sayesinde gerçekleşebilir.
...
Buna mukabil, eleştiren kişi de bilmelidir ki, eleştiri hakaret değildir. Yanlış görülen husus üslubunca, kırılıp dökülmeden, yanlış yapanın kişiliği ve itibarı zedelenmeden eleştiriler dile getirilmelidir. Ne yazık ki, bu noktada da bizim şark damarımızın sıklıkla kabardığını ve "Ya benimsin ya kara toprağın" mantığıyla hareket edildiğini görüp duruyoruz. 99 doğrusu ve 1 yanlışı olan bir kişiyi, çok çabuk bir şekilde "Ehl-i Sünnet düşmanı", "İslam dışı", "zındık" gibi etiketlerle ötekileştirmeyi ve itibar cinayeti işlemeyi maharet bilir olduk. Bu bir yanlış nedeniyle, kişinin ne ilim adamlığı kalıyor, ne dini hassasiyeti hatta ne de adamlığı. Yıllar önce yaptığı bir yorum, yıllar sonra o görüşünden vazgeçtiğini açıklasa bile, kişiyi etiketlemek için yeterli olabiliyor.
Eleştiri artık eleştiri olmaktan çıkıp, muhataba had bildirmeye, laf sokmaya, gözden düşürmeye dönüşmüşse, eleştirmen şeytanın tuzağına ve kucağına düşmüş olduğunu bilsin, tövbe etsin ve helallık alsın. Hele eleştirilen tüm ömrünü İslami ilimlere vermiş bir âlim ise, şöyle düşünmek her müslümana gerekli olur. Bu alim, bir görüş bildiriyor. İsabet ederse iki, yanlış hükmederse bir sevap alacak. Ama ben bireysel olarak hatayı değil de, kişiyi eleştirmeye başlarsam, yaptığım iş gıybet ve kesin günah olacak.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in abdest alan yaşlı dedenin yanlışını görüp dedeyi kırmadan nasıl yanlışını gösterdiklerini hatırlayalım. Eleştiriye başlamadan önce bin düşünüp bir söyleyelim.
...
...
Eleştiriye tahammül edemeyende,
Eleştiren bir dosta sahip olmayanda,
Eleştiriyi hakarete döndürende hayır yoktur, vesselam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder