Hisse çıkarılmayan kıssa, tecrübeye dönüştürülmeyen yaşanmışlıklardan ne hayır gelir? Biz faniler tecrübe biriktirmeliyiz ki, aynı şeyleri bir daha yaşamak zorunda kalmayalım. Böyle baktığınızda kıssadaki veya olaylardaki kişiler flulaşır; hisseye ve mesaja odaklanmak ise kolaylaşır.
İşte son yaşadığımız bazı hadiselerden benim çıkardığım hisseler:
a) Bir kimse hakkında soruşturma açılması veya mahkeme sürecinin devam ediyor olması, o kişiyi suçlu yapmaz. Kesinleşmiş bir karar olmadan kimseyi suçlu ilan etmemek gerekir. O halde, hakkında soruşturma açılmış olması A şahsını suçlu yapmaz.
b) A şahsına karşı bir soruşturma açmak, soruşturmayı açan kişi veya kurumu hain veya "ehl-i sünnet düşmanı" yapmaz. Soruşturma açan müfettişin veya davaya müdahil olan savcının işi budur. Bu süreçte müfettişin veya savcının üstüne gitmek, hele hele bu müfettiş veya savcının görev yaptığı kurumu hıyanetle suçlamak -eğer bu eylem bizatihi hıyanet değilse- tasvip edilemez.
c) “Benim hocam” deyip A şahsını her türlü hatadan ve noksandan tenzih eden yaklaşımı da tasvip etmek mümkün değildir ve böylesi bir yaklaşım çok yakın bir geçmişte acı tecrübesini yaşadığımız Fetöcü örgütün hocalarına yaklaşımı ve bakışıyla son derece “paralel”dir.
d) Kurumlarda çalışanlar, hatta kurumun en başındaki kişi bile hata yapabilir. Kim ki yapılan hatayı eleştirmek yerine, kurumu toptan yıkmayı amaçlayan bir düşünce ve eylem içine giriyorsa, bu devletimize yapılabilecek ve bedeli ağır bir zarardır. Kurumlarımızın eksiği varsa, giderelim. Artık tamamen işlevsiz hale gelmişse, alternatifler üretelim ve bu alternatifler üzerinde uzlaşabiliyorsak, alternatifleri devreye sokalım. Ama alternatif üretmeden bir kurumu toptan eleştirmekten ve hıyanetle suçlamaktan kaçınmak gerekir. Zira devlet dediğimiz aygıt, belli başlı kurumlar üzerine kuruludur. Bu kurumların zarar görmesi ancak düşmanlarımızın isteyebileceği bir şeydir. O halde, devletimizi yıkmak isteyen hâricî düşmanların yerli işbirlikçileri olmak isteyenler, alternatif üretmeden kurumları eleştirmeye devam edebilirler.
e) Kurumları eleştirenlerin iyi niyetli olup olmadıklarına da bakmak gerekir. Aslında çoğu örnekte bunu anlamanın basit bir yolu vardır. Söz gelimi, imam-hatip liselerinin devlet tarafından ve dini dejenere etmek için kurulduğunu söyleyen bir kişinin, grubun veya cemaatin, acaba imam-hatip lisesi çağındaki çocuklar için çalıştırdığı alternatif bir kurum veya yapılanma var mıdır? Eğer varsa, bu eleştiriler, iyi niyetli mi yoksa piyasadan öğrenci toplamaya mı yöneliktir? Bir devlet kurumu olan imam-hatip liselerini iyileştirmek mi, yoksa bu kurumların kapatılıp kendi organizasyonlarının palazlanması mı arzu edilmektedir? Benzer şekilde “Bu ilahiyat fakülteleri şimdiye kadar ne yaptı?” diye eleştirenlerin derdi, Türkiye’de daha iyi bir din eğitimi verilmesi midir, yoksa böyle diyenlerin ilahiyatlara alternatif başka kurum ve organizasyonları var mıdır? Bunların cevapları az çok belli sorular olduğunu düşünüyorum.
f) Son olarak, “A” şahsıyla ilgili bir soruşturma açılmış.
“Soruşturmanın neden açıldığını biliyor muyum?” Cevabım “hayır” ise, ağzımı kapalı tutmalıyım. Cevabım “Evet” ise, soruşturma sonuçlanana ve hüküm kesinleşinceye kadar yine ağzımı kapalı tutarım.
Ne zaman ki, iddialar, suçlamalar ve savunmalar ortaya çıkar, hüküm verilir, ondan sonra lehte veya aleyhte konuşma sırası üçüncü şahıslara, yani soruşturmanın tarafı olmayanlara, yani bize gelir. Bu aşamaya kadar beklemek, “haksızlık karşısında susmak” değildir. Belki soruşturmanın selameti ve hüküm merciinde olanların daha sağlıklı karar verebilmesi için elzemdir.
g) Bu ülkenin vatandaşları olarak bize düşen, kişilerden önce sistemi ve ilkeleri korumaktır. Kanunlar ve kurum kuralları önünde herkes eşittir. Velev ki söz konusu padişah, şeyhülislam, şeyh efendi, âlim, bakan veya sıradan bir insan olsun… Yoksa, Fatih Sultan Mehmed ile bir Yahudi vatandaş mahkemeye gitmiş, mahkeme Yahudi lehine, padişah aleyhine fetva vermiş, diye ballandıra ballandıra anlattığımız şey, uygulanası bir prensibe dönüşmeden tarihî bir menkıbe olarak kalmaya devam eder.
İşte son yaşadığımız bazı hadiselerden benim çıkardığım hisseler:
a) Bir kimse hakkında soruşturma açılması veya mahkeme sürecinin devam ediyor olması, o kişiyi suçlu yapmaz. Kesinleşmiş bir karar olmadan kimseyi suçlu ilan etmemek gerekir. O halde, hakkında soruşturma açılmış olması A şahsını suçlu yapmaz.
b) A şahsına karşı bir soruşturma açmak, soruşturmayı açan kişi veya kurumu hain veya "ehl-i sünnet düşmanı" yapmaz. Soruşturma açan müfettişin veya davaya müdahil olan savcının işi budur. Bu süreçte müfettişin veya savcının üstüne gitmek, hele hele bu müfettiş veya savcının görev yaptığı kurumu hıyanetle suçlamak -eğer bu eylem bizatihi hıyanet değilse- tasvip edilemez.
c) “Benim hocam” deyip A şahsını her türlü hatadan ve noksandan tenzih eden yaklaşımı da tasvip etmek mümkün değildir ve böylesi bir yaklaşım çok yakın bir geçmişte acı tecrübesini yaşadığımız Fetöcü örgütün hocalarına yaklaşımı ve bakışıyla son derece “paralel”dir.
d) Kurumlarda çalışanlar, hatta kurumun en başındaki kişi bile hata yapabilir. Kim ki yapılan hatayı eleştirmek yerine, kurumu toptan yıkmayı amaçlayan bir düşünce ve eylem içine giriyorsa, bu devletimize yapılabilecek ve bedeli ağır bir zarardır. Kurumlarımızın eksiği varsa, giderelim. Artık tamamen işlevsiz hale gelmişse, alternatifler üretelim ve bu alternatifler üzerinde uzlaşabiliyorsak, alternatifleri devreye sokalım. Ama alternatif üretmeden bir kurumu toptan eleştirmekten ve hıyanetle suçlamaktan kaçınmak gerekir. Zira devlet dediğimiz aygıt, belli başlı kurumlar üzerine kuruludur. Bu kurumların zarar görmesi ancak düşmanlarımızın isteyebileceği bir şeydir. O halde, devletimizi yıkmak isteyen hâricî düşmanların yerli işbirlikçileri olmak isteyenler, alternatif üretmeden kurumları eleştirmeye devam edebilirler.
e) Kurumları eleştirenlerin iyi niyetli olup olmadıklarına da bakmak gerekir. Aslında çoğu örnekte bunu anlamanın basit bir yolu vardır. Söz gelimi, imam-hatip liselerinin devlet tarafından ve dini dejenere etmek için kurulduğunu söyleyen bir kişinin, grubun veya cemaatin, acaba imam-hatip lisesi çağındaki çocuklar için çalıştırdığı alternatif bir kurum veya yapılanma var mıdır? Eğer varsa, bu eleştiriler, iyi niyetli mi yoksa piyasadan öğrenci toplamaya mı yöneliktir? Bir devlet kurumu olan imam-hatip liselerini iyileştirmek mi, yoksa bu kurumların kapatılıp kendi organizasyonlarının palazlanması mı arzu edilmektedir? Benzer şekilde “Bu ilahiyat fakülteleri şimdiye kadar ne yaptı?” diye eleştirenlerin derdi, Türkiye’de daha iyi bir din eğitimi verilmesi midir, yoksa böyle diyenlerin ilahiyatlara alternatif başka kurum ve organizasyonları var mıdır? Bunların cevapları az çok belli sorular olduğunu düşünüyorum.
f) Son olarak, “A” şahsıyla ilgili bir soruşturma açılmış.
“Soruşturmanın neden açıldığını biliyor muyum?” Cevabım “hayır” ise, ağzımı kapalı tutmalıyım. Cevabım “Evet” ise, soruşturma sonuçlanana ve hüküm kesinleşinceye kadar yine ağzımı kapalı tutarım.
Ne zaman ki, iddialar, suçlamalar ve savunmalar ortaya çıkar, hüküm verilir, ondan sonra lehte veya aleyhte konuşma sırası üçüncü şahıslara, yani soruşturmanın tarafı olmayanlara, yani bize gelir. Bu aşamaya kadar beklemek, “haksızlık karşısında susmak” değildir. Belki soruşturmanın selameti ve hüküm merciinde olanların daha sağlıklı karar verebilmesi için elzemdir.
g) Bu ülkenin vatandaşları olarak bize düşen, kişilerden önce sistemi ve ilkeleri korumaktır. Kanunlar ve kurum kuralları önünde herkes eşittir. Velev ki söz konusu padişah, şeyhülislam, şeyh efendi, âlim, bakan veya sıradan bir insan olsun… Yoksa, Fatih Sultan Mehmed ile bir Yahudi vatandaş mahkemeye gitmiş, mahkeme Yahudi lehine, padişah aleyhine fetva vermiş, diye ballandıra ballandıra anlattığımız şey, uygulanası bir prensibe dönüşmeden tarihî bir menkıbe olarak kalmaya devam eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder