Günay Tümer hocayı andık bugün. Eşinin, oğlunun, kızının, arkadaşlarının ve öğrencilerinin diliyle konuştu bize merhum hoca. Benim gibi hocayla tanışma bahtiyarlığına erişememiş olan bahtsızlar da dâhil, bugün oradakiler gencinden yaşlısına öğrencisi olduk hocanın. Kıssalardan hisseler, hayat dersleri aldık hocadan, irtihalinden yirmi üç sene sonra.
Eşinin vasıtasıyla konuşan oydu sanki. Dedi ki dinleyenlerine merhum hoca:
“En önemlisi kul hakkı! Sakın kul hakkına girme. Yanına bile yaklaşma. Vicdanını kul hakkının yükü altına; âhiretini zora koyma.”
İşte böyle dedi Günay hoca. Sonra yola gönül huzuruyla nasıl devam edilebileceğini anlattı:
“Memleketime, Kastamonu’ya gidiyordum. Mola vermiştik. Mola bitiminde, hareket etmek üzereyken, arkamızdan yürüyen birine değdi arabamız, hafifçe. Döndüm. Adamla göz göze geldik. “Sorun yok” diye anlaştı bakışlarımız. Bir tebessümle ayrıldı beyefendi. Ben de arabamı tekrar hareket ettirmek üzereydim. Sonra durdum bir an. Hafifçe çarptığımız -belki değdiğimiz demek daha doğrudur- beyefendinin nereye gittiğini sordum eşime. Kahveye dedi. İndim arabadan. Kahveye gidip o beyefendiyi buldum. Gözlerimiz helalleşmişti daha önce. Şimdi sözlerimiz şahitlik etti. Vicdanım rahatlamış olarak döndüm arabaya. “Artık gönül huzuruyla yola devam edebiliriz” dedim, sürdüm arabayı. Yarım saat sonra o mucurlu yola geldik.
Ve o mucurlu yol, ‘artık gönül huzuruyla devam edeceğim’ ebediyet yoluna dönüştü.”
Eşinin vasıtasıyla konuşan oydu sanki. Dedi ki dinleyenlerine merhum hoca:
“En önemlisi kul hakkı! Sakın kul hakkına girme. Yanına bile yaklaşma. Vicdanını kul hakkının yükü altına; âhiretini zora koyma.”
İşte böyle dedi Günay hoca. Sonra yola gönül huzuruyla nasıl devam edilebileceğini anlattı:
“Memleketime, Kastamonu’ya gidiyordum. Mola vermiştik. Mola bitiminde, hareket etmek üzereyken, arkamızdan yürüyen birine değdi arabamız, hafifçe. Döndüm. Adamla göz göze geldik. “Sorun yok” diye anlaştı bakışlarımız. Bir tebessümle ayrıldı beyefendi. Ben de arabamı tekrar hareket ettirmek üzereydim. Sonra durdum bir an. Hafifçe çarptığımız -belki değdiğimiz demek daha doğrudur- beyefendinin nereye gittiğini sordum eşime. Kahveye dedi. İndim arabadan. Kahveye gidip o beyefendiyi buldum. Gözlerimiz helalleşmişti daha önce. Şimdi sözlerimiz şahitlik etti. Vicdanım rahatlamış olarak döndüm arabaya. “Artık gönül huzuruyla yola devam edebiliriz” dedim, sürdüm arabayı. Yarım saat sonra o mucurlu yola geldik.
Ve o mucurlu yol, ‘artık gönül huzuruyla devam edeceğim’ ebediyet yoluna dönüştü.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder